15 Ocak 2024 Cihannumma Editör Ekibi

Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Yusuf Tekin’in Teşkilat Buluşması Konuşması

Kurucu Genel Başkanımız Prof.Dr.Yusuf Tekin’in Cihannüma Derneği il temsilcileri, danışma kurulu başkanları, genel merkez yönetim ve yürütme kurulu üyeleri ile birim komisyonlarında görev alan tüm teşkilat mensuplarımızın bir araya geldiği Kocaeli Diriliş Kampı “2021 Teşkilat Buluşması” programında gerçekleştirdiği konuşmanın metnini sizlere sunuyoruz.

Değerli Kardeşlerim,

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Öncelikle hepinizi hasretle, muhabbetle selamlıyorum.

Artık adet oldu her konuşmamıza içinden geçmekte olduğumuz zorlu dönem diye başlıyoruz. Ama bu kez gerçekten hem ülkemiz ve hem de özellikle de bölgemiz hassas ve çalkantılı dönemden geçmekte. Böylesi zor zamanlarda rahat nefes alıp hasbihal edebileceğimiz bir ortamda, dostlarla bir arada olmamıza ve hasbihal etmemize imkân sağlayan kampımızın hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.

Yine bu vesileyle tüm Cihannüma ailesini; kurulduğu andan itibaren ulusal, bölgesel ve küresel düzlemde cereyan eden gelişmeler karşısında sergilediği onurlu ve dik duruş dolayısıyla kutluyor, bu ailenin her bir ferdine tek tek şükranlarımı sunuyorum.

Değerli dostlar ben konuşmamda iki farklı başlık halinde sizlerle sohbet etmek istiyorum. İlki bu dost meclisini ve aile ortamını dava kardeşliği şuuruyla bir arada tutan temel referans noktamızı tekrar tanımlamak ve ikincisi de tanımladığımız bu çerçeveden hareketle bundan sonraki çalışma döngümüzün nasıl cereyan etmesi gerektiğine dair kanaatlerimi paylaşmak.

Değerli dostlar,

Bugün adımız ne olursa olsun, kurumsal geçmişimiz ne kadar yeni olursa olsun Cihannüma birlikteliği, sosyolojik ve tarihsel derinliği itibarıyla kadim bir medeniyete istinat etmekte; maziden atiye uzanan kutlu bir Yol’un bugün temsilcisi olma iddiasındayız bizler.

Temsilcisi olma iddiasında olduğumuz bu yol aynı zamanda bizim tüm yaşam döngümüzün rotasını oluşturan ve menzilinde mutlak Hakikatin yer aldığı bir yoldur. Her şeyi var edenin, hiçbir şeye ihtiyaç duymayanın yoludur.

Ve bizim yolumuzdur. Bir olanların, birlikte olanların, vahdette kesret, kesrette vahdet olanların yoludur. Ümidin, umudun, ümmetin yoludur.   

Bu yolculukta bizler, hatırlayarak, ahde vefa göstererek, hakkını vererek, neşesini yaşayıp, tasasına sahip çıkarak, yıkılmanın izzetini bilerek ayakta durmanın, yenilmenin hikmetini fehmederek nice kutlu zaferlere bizi ulaştırması için çaba sarfediyoruz.

Bu yolculukta bizler yokolmanın şerefine talip olarak varolmanın şükrünü idrak etmeye, kendi ücrasına çekilen bir alçak gönüllülükle haksızlık karşısında susmayan eylemli şarkılar terennüm ediyoruz.

Bu yolculuğumuza bizler, yaratılmışların en şereflisi olma yolunda yüklendiğimiz sorumlulukla başladık ve yolculuğumuz dünya var oldukça devam edecek kadim bir yolculuktur.

Ve bu yolun yolcusu olmak çok iddialı bir çabadır. Çünkü zor ve çetin bir yolculuktur. Adı, sanı, araç ve aktörleri değişse de, amaç ve hedefleri değişmeyen şer odaklarıyla mücadele etmenin tüm güçlüklerini içeren ve nice tehlikelerle dolu ömürlük bir yolculuktur. Bu, her devrin ve bütün zamanların hakikat yolculuğudur.

Şükürler olsun ki, kadim bir medeniyetin müntesipleri ve kutlu bir davanın izleyicileri olarak bizler de bu yolculuğun bir parçası, tek ve değişmeyen Hakikatin peşinden giden, gitmeye çalışan inançlı yolcularız. Ancak bu yolculuk, bir yerde ve bir zamanda başlayıp yine başka bir yerde ve başka bir zamanda biten bir yolculuk değil. İçine girince dışına çıkmayacağımızın garanti olduğu, nefsimizin şerrinden ve şeytani hilelerden emin olacağımız bir yolculuk da değil.

Bu nedenle, bize tevdi edilen emanetin son nefesine kadar inancımızı sabit, gayretimizi diri, ümidimizi canlı tutmakla mükellefiz. Başladığımız yerde bitirmek için samimi bir aşkla, İbrahimi bir imanla, İsmaili bir fedakarlıkla ve Allah Resul’ünden aldığımız ilham ve örneklikle her gün yeniden inanmalı, sabır ve kararlılıkla yolculuğumuza devam etmeliyiz. Ancak ve sadece böyle başarabiliriz O’nun yolunda kalmayı ve sırat-ı müstakim üzerinde olmayı…

Değerli Kardeşlerim,

Dedim ya çetin bir yolculuğun yolcusuyuz. Yolculuğumuzda bizim davamızla yaşıt ve ona karşıt olanların hedefiyiz, hedefindeyiz. Karşımızdakiler bazen açık açık düşmanlıklarını sergiliyorlar, bazen gizliden gizliye. Bazen yanıbaşımızdalar, bazen içimizdeler. Bazen açıkça bize kurşun atıyorlar, bazen de aramıza fitne sokarak bizi birbirimize düşerek yolculuğumuzdan vazgeçirmeye çalışıyorlar. Bu yüzden birbirimize sımsıkı sarılmalı, diri kalmalı, zamanın ruhuna uygun, çağın ihtiyaçlarıyla uyumlu ve doğru araçlarla mücehhez olmalıyız. Aksi takdirde, bize reva görülene mahkûm olacağımız gibi, inanç dünyamızın asla kabullenemeyeceği bir zillete de duçar olabiliriz.  

Cihannüma olarak bu yolculuğa devam etmeye karar verdiğimiz andan itibaren çok güzel bir imtihan süreci yaşadık. Birbirimize sımsıkı sarıldık ve birbirimizi hakkı hakim kılma mücadelesinde, yolculuğumuzda destekledik. Ama bizim imtihanımız hiç bitmeyecek türden bir imtihan. Yaşadığımız engelleme ve ihanetleri, sürekli kendisini yenileyen ve farklı içerik ve üsluplarla ve yine farklı adlarla bir biçimde devam eden şeytani hile ve desiseler olarak sürekli yaşayacağız. Bunlara karşı sürekli uyanık olmak ve tüm algılarımızı açık tutmak zorundayız.

Peki ama bu görevi nasıl ifa edeceğiz? Hangi yöntemle başaracağız? Bireysel duruş ve sorumluluğumuzu muhafaza ederken birlikte hareket etmenin ve kolektif tavır almanın imkanını nasıl bulacağız? Birliğimizden çokluğu, çokluğumuzdan birliği ne şekilde sağlayacağız? Hem bireysel olanın biricikliğini ve özgünlüğünü korumayı hem de kolektif olanın ortaklığını sahiplenmeyi ne ile mümkün kılacağız? Aramızdaki hukuka riayet ederken öteki ile olan ilişkimizi nasıl geliştireceğiz?

Evet, bu soruları çoğaltmak mümkün. İçinde bulunduğumuz zaman ve mekânın şartlarına, kişisel duruş ve ahvalimizin niteliğine göre bu sorulara farklı farklı yanıtlar vermemiz de mümkün. Ama bizim; yani birlikte, bir arada, bir ve fakat çokluk içinde olanların bir farkı var! Bu fark, bilmekten geliyor. Çünkü biz kim olduğumuzu biliyoruz. Ne yapmak istediğimizi biliyoruz. Ne ile emrolunduğumuzu biliyoruz. Ne ile sınırlı tutulduğumuzu ve neye karşı sorumlu olduğumuzu biliyoruz. Hangi yükümlülüklere tabi olarak yaşamamız gerektiğini biliyoruz. Nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi biliyoruz. Başlangıç ile sonun aynı olduğunu biliyoruz.

Öyleyse, niye ve nasıl bu soruları soruyor ve bunlara yanıt arama ihtiyacı hissediyoruz? Çünkü bazen bildiğimizle amel etmek yerine, zamanın ruhuna teslim olmayı seçiyor, seçebiliyoruz. Bildiğimizi bilmezlikten gelebiliyor, ona karşı vefasız davranabiliyoruz. Bazen haklı öfkelerimizin hezeyanıyla sevdiklerimize kırılıyor, bazen yaşadığımız derin hayal kırıklıklarıyla bilmekten, daha fazla bilmekten ve en iyiyi bilmekten vazgeçme eğilimine giriyoruz. Ve nihayetinde bildiğimize sırt dönmenin bedelini bildiğimizi unutarak ödüyoruz.

Oysa bizler yaptıklarımızla yapmadıklarımızla, seçtiklerimizle seçmediklerimizle, öne aldıklarımızla sonraya bıraktıklarımızla, sadakat gösterdiklerimizle terk ettiklerimizle, yanında durduklarımızla karşısında olduklarımızla sürekli bir tercihte bulunuyoruz. Hayatın güncel akışı içinde cereyan eden her olay ve durum karşısında tekrar eden bu tercihlere karşı kendi bilmemize uygun hareket etmekten vazgeçme lüksümüz, bildiğimizi unutma hakkımız yok bizim.

Çünkü bizim bilmemiz zulme karşı adalet içindir. Yalana karşı doğruyu, ezene karşı ezileni, vurana karşı düşeni savunmak içindir. Hakka karşı batılı, zillete karşı izzeti korumak içindir. Küfre karşı takva ehli olmak içindir. Bu nedenle biz bildiğimizden geri adım atamayız, ona sırt çevirip onu unutmak gibi bir gafletin içine düşemeyiz. Bilmek ve bildiğimizin hakkını vermek zorundayız.

Ülkemizde dün ulusalcı, NATO’cu, 28 Şubat’çı, bugün FETÖ nezdinde yarın ise başka bir ad altında tecessüm eden, edecek olan şeytani odakları, müntesibi oldukları medeniyet değerleri ve inanç dünyasından aldıkları güçle bertaraf eden şehit ve gazilerimizin manevi miraslarına sahip çıkmak için bilmek ve bilgimizle amel etmek zorundayız.

Dünden aldığımız güçle yarınlara şekil vermek için bilmek ve bilgimizle hemhal olmak zorundayız.

Hayata karşı müdahil olmak ve varlıklar alemindeki müstesna yerimizi hak etmek için bilmek ve bilgimizle seçmek zorundayız.

Cehalete karşı hikmeti temellük etmek, menfaate karşı maslahatı öncelemek, geçici olana karşı kalıcı olanı tercih etmek için bilmek, bilgilenmek ve bilgilendirmek zorundayız.    

Ancak böyle savuşturabiliriz kimliğimize yönelen amansız saldırıları. Ve böyle başarabiliriz bizi biz eden bilgiyle yoğrulmayı. Ayakta kalmayı. Gür sesle ve dik durarak “işte buradayız” demeyi. İnsanlığın kurtuluşu için gönderilmiş olanı bilip ona tabi olmanın erdemini, hazzını. Ve bunu yekdiğerine ulaştırmanın sorumluluğunu…

Siz Cihannüma Ailesinin kıymetli üyeleri olarak bu sorumluluğu müdrik olduğunuz için burada bir arada bulunuyorsunuz zaten. Arife tarif gerekmeyeceğini bildiğim için bu konuyu daha fazla uzatmayacağım. Lakin her insanın doğası gereği sahip olduğu bazı vasıflardan bahsetmek ve bu vasıflardan hareketle kendi payımıza düşen gerçekliği idrak etmek hususunda birtakım paylaşımlarda bulunmak istiyorum. Bizim hayatı olduğu gibi kabul eden pasif bir tutumla mı yoksa ona karşı müdahil olan aktif bir tavırla mı yaşayacağımızın esasını oluşturan vasıflardan…   

Değerli Kardeşlerim,

Kıymetli Dava Arkadaşlarım,

Evet, hepimiz içine doğduğumuz zamanın ve bu zamana verili gerçekliğin çocuklarıyız. Onun tarafından biçimleniyor, onun tarafından yönetiliyor, onun tarafından yönlendiriliyoruz. Hiçbir erdemini sahiplenecek kadar müdahil, hiçbir günahını üstlenecek kadar mücrim değiliz henüz. Ama yine de, içine doğduğumuz zamanın erdemli ya da günahkâr karakterinden payımıza düşeni alacak denli pasif ve edilgeniz. Bu, bir tarafımız…

Çünkü biz insanız, eşref-i mahlûkatız, yani yaratılmışların en şereflisi, tüm varlıklar âleminin en değerli üyesiyiz. Bizi sınırlayanı aşabilme, bizi biçimlendireni değiştirebilme kudret ve istidadına sahibiz. Yöneldiğimiz ‘şeyi’ yönetebilir, eşyanın hakikatine nüfuz edebilir, çoğaltarak erdemleri kendimizi daha soylu bir yaşamın sahibi kılabiliriz. Bu, diğer tarafımız…        

Bu iki taraf arasındaki serüvenden ibarettir kısa yaşamımız. Verili halde bulduğumuz gerçekliği günahı ve sevabıyla birlikte kabul eden pasif bir var olmayı mı, yoksa onu değiştirme arzu ve iddiasını taşıyan aktif bir var oluşu mu tercih edeceğiz? İşte, yazarın dediği gibi, bütün meselemiz: Olmak ya da olmamak…

Biz, burada, tercihimizi olmak’tan yana kullanıyor, pasif bir var olmayı değil, kendimizi ve muhatap olduğumuz gerçekliği değiştirme arzu ve iddiasını taşıyan aktif bir var oluşu seçiyoruz. Bu seçimle ilga ediyor, bu seçimle ihya ediyor, bu seçimle inşa ediyoruz.  

Evet, bizler, “iyiliği emreden, kötülüğü nehyeden” o mutlak ve kadim emre muhatap olduğumuz andan itibaren hep bunu yaptık, yapıyoruz ve yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü bizler, dünyevi yolculuğumuzun başlangıcından beri, pasif bir var olmaya değil, hep aktif bir var oluşa talip olduk.

Geçmişten tevarüs ettiğimiz yanlışları ilga ve doğruları ihya ederek, geleceğimizi inşa etmenin inancını taşıdık.

Kökleri mazinin derinliklerine ulaşan bu inançla, emrolunduğumuz gibi olmaya ve ahde vefa göstermeye çalıştık.

Korkmadık!

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlardan olup zulme rıza göstermedik.

Hesap yapmadık!

Kişisel ya da zümrevi çıkarlarımızın ardına düşüp davamıza ihanet etmedik.

Cehd ettik!

Bize ait olan ama bizde olmayan hakikatlerin peşine düştük.

Unutmadık!

İnsanların ya yaratılışta eşimiz ya dinde kardeşimiz olduğu gerçeğine iman ettik.

Hatırladık!

Kimsesizlerin kimsesi olmanın hikmetini kavradık.

Bir olduk!

Birlikte ve bir arada yaşamanın erdemiyle kuşandık.

Millet olduk!

Ve amenna dedik!

Yokluğa da varlığa da amenna dedik.

Değerli Kardeşlerim,

Cihannüma bu temel referanslarla birarada bulunan kardeşler topluluğu. Şimdiye kadar bu referanslar etrafında buluşmanın gereğini ziyadesiyle yerine getirdik.

Önce yeniden haberdar olduk birbirimizden, sonra ne düşündüğümüzü açık yüreklilikle söylemeye başladık. Şimdi belki üçüncü ve yeni bir aşamaya geçiyoruz. Çünkü kanaatimce bizden beklentilerin daha yüksek olduğu, bize daha çok ihtiyacın olacağı bir döneme giriyoruz. Bu dönemde ne yapmalıyız, nasıl davranmalıyız. Yapmamız gereken şey açık aslında, herhangi bir spekülatif tartışmanın konusu olmadan, kınayanların kınamasına aldırmadan olduğumuz gibi, emrolonduğumuz gibi dimdik durmaya ve suni davranmadan, konjonktürel davranmadan elalem ne der tartışmasına girmeden aynı duruşumuzla hayatımıza devam etmeliyiz. Başkası ne der, ne yaparsak nasıl sonuçlanır, ne çıkar elde ederiz demeden, strateji ya da oyun kurmadan hayatımıza devam edeceğiz. Ali İmran 54 de Cenabı Allah “ve mekeru ve mekerallah vallahu hayrül makirin” buyuruyor. Bize strateteji ya da oyun kurmayın, olduğunuz gibi davranın, çalışın, tuzak kurulacaksa sizin yerinize o tuzağı ben kurarım diyor.

Yeni dönemde yapmamız gereken şey birbirimize destek olarak, birbirimizin gücüne güç katarak yürümeye devam etmek. Rol yapmadan, oyun kurmadan, strateji kurmadan, olduğumuz gibi davranarak, kardeş olduğumuzu unutmadan birbirimizin hukukuna sahip çıkarak, yukarıda tanımladığım temel referanslarımızdan geri adım atmadan, taviz vermeden “Yolumuza” yürüyüşümüze devam edeceğiz. Bu yeni aşamada önümüzdeki en ciddi sorun fitne ve fesat olacak. Söylemek istediklerimi ve aslında bizim mücadelemizin safahatını anlatan bir hikaye ile devam etmek istiyorum.

Hikmet’e karşı Nefsi Emmare

Şehbenderzade Filibeli Ahmet’in, Amak-ı Hayal adlı eserinde iyi ile kötünün savaşı üzerinden kurguladığı bir hikaye ile. İyiyi ve nuru temsil eden Hürmüz ile kötüyü ve zulümatı temsil eden Ehrimen’in kavgası. Diyalog Zerdüştilik’teki (Kur’an’ın ifadesiyle Mecusilik) iyilik tanrısı Ahura-Mazda (Hürmüz) ile kötülük tanrısı Angra-Mainyu (Ehrimen) üzerinden kurgulanır. Sürekli çatışma ve mücadele halinde olan bu iki gücün kavgası ayrıntılı bir biçimde anlatılır.

Kavganın hemen başında Hürmüz hutbesinde şu sözlere yer vererek insanları nura yani iyiliğe çağırır: “Ey ben-i beşer! İzd sizi kendi gibi nur olmanız için peyda etti, sizi kaffe-i mevcudata tercih eyledi. Size her türlü nimetleri ihsan etti. Lakin sizi nur iken zulümatla mecz eyledi, ruh iken cesetle tahlit etti, ta ki menfuru olan zulümatı makbulu olan nur ile ref edesiniz…” Söz alan Ehrimen ise tüm bu güzel sözleri “şairane ve kazibane” bulduğunu belirtir, özetle şu cümlelere yer vererek muhataplarını karanlığa yani kötülüğe çağırır: “Ey ben-i beşer! Gözünüzü açınız… şairane ve kazibane sözlere uyup da ömrünüzü boşa geçirmeyiniz, gülünüz, eğleniniz, zevk ediniz, yiyiniz, içiniz dünyada matlub olan yalnızca iki maksut vardır. Bunun birisi kibir, diğeri şehvettir… Bu iki maksuda nail olmaya çalışınız. Nefsinizi her şeye tercih ediniz. Edna bir zevkiniz için binlerce insan telef olsa bile hiçbir ehemmiyet vermeyiniz. Mukteza-yı tabiatınız budur… Bu alem yekdiğerini yemek, mahvetmek üzerine müessestir. Her şey birbirinin adüvvi tabisidir… Benliğinizden başka mevcut, zevkinizden başka maksut tanımayınız.”

Hürmüz ile Ehrimen’in söz düellosundan sonra gerçek kavga başlar. Kavganın hemen başında Ehrimen adına savaşan ve kıyamete kadar yaşamağa mahkum edilmiş ve öldürülmesi mümkün olmayan Nifak cadısı adeta ortalığı süpürür. Önüne geleni devirir. İyilerin tarafını zor duruma sokar. Ta ki önüne Muhabbet Pehlivan çıkıncaya değin. Günlerce Ehrimen cephesinde zafer naraları atılır. “Pençeyi şiranem yürekleri paralar” narasıyla ortaya çıkan Muhabbet Pehlivan üçüncü günün sonunda Nifak Cadısını yener. Muhabbet, Nifak’ın bütün tezviratını yok eder, bir anda Hürmüz cephesi galip duruma geçer. Ama henüz kavga bitmemiştir. Birkaç günlük galibiyet serisinden sonra Muhabbet Pehlivanın karşısına Ehrimen cephesinin en önemli silahlarından birisi olan Gazap Pehlivan çıkar. Kavgada vahşiliği ve gaddarlığı ile malul, en acımasız ve ahlak dışı silahları kullanmakla bilinen Gazap Pehlivan. Üç günlük bir mücadelenin sonunda Gazap, Muhabbetin ciğerini söker ve Ehrimen’in önüne atar. Hürmüz cephesi bir anda mahzunlaşır. Birkaç günlük mahzunluktan sonra Hürmüz cephesi bu kez Hikmet Pehlivan hamlesini yapar. Gazabı yenebilecek tek güç olarak doğru bilginin ve hakikatin kaynağı olan, güzeli ve kötüyü iyiyi ve çirkini doğruyu ve yanlışı ayırt etmenin bilgisi olan Hikmet sahaya sürülür. Günlerce süren mücadeleden galip ayrılan Hikmet Pehlivandır.

Hikmet’in galibiyeti üzerine onun karşısına Ehrimen cephesi bu kez Nefsi Emmare’yi sürer. Hikmeti yenecek yegane güç olarak görülen bencillik ve kişisel çıkar ile malul Nefsi Emmare. Er meydanının “Beşbin şekil alırım, bin silaha malikim. Ey miskin Hikmet! … Sen aptal ve aciz bir mahluksun, benim elimde bir sinek kadar ehemmiyetin yoktur…” naralarıyla çıkan Nefsi Emmare zorlu bir mücadeleden sonra Hikmet Pehlivanı yener.

‘Aşk’a galebe çalınmaz!

Nefsi Emmare’nin zaferi şer cephesinin zafer çığlıklarına neden olur. Ve tam bu esnada Hürmüz son, ama en büyük hamlesini yapar. “Ben oyum ki satvetimden kainat lerzandır/ Ben oyum ki zor-bazum hakim-i her candır/ Ben oyum ki mizanı adlimde müsavi cümle halk” naralarıyla Aşk meydana sürülür. Aşk’ın sahneye çıkması ile her şey sona erer. Aşk kılıcını Nefsi Emmare’ye yöneltir ve “Ey Emmare! Bana da karşı duracak mısın?” der. Emmare’nin cevabı çok manidardır. Aşkın önünde diz çöker ve ağzından şu cümleler duyulur: “Sen herkesin olduğu gibi benim de efendim, velinimetimsin. Aczimi ilanen işte sana secde ediyorum.”

Ve son sahne Aşk Hürmüz’ün önünde secde edip ona hitaben “Ya Hürmüz, ya Nur, selam olsun sana! Sana ki kader-i zulümat seninle bilindi.” Ehrimen’e hitaben “Ya Ehrimen, ya Deyçur! Selam olsun sana! Sana ki, kader-i nur seninle bilindi.” Bu sözler üzerine Hürmüz ile Ehrimen tahtlarından inip, yan yana gelmiş ve kardeş gibi müsafaha etmişlerdir.

Değerli Dostlarım,

Gördüğünüz üzere Filibeli’nin hikayesi aslında bizim Yolumuzda karşı karşıya kaldığımız süreci aynile özetliyor. Savaşımız, mücadelemiz soluksuz devam ediyor, devam edecek. Nifak ve tezviratı Muhabbetimizle yendikten sonra karşımıza her türlü ahlaki ilkeden yoksun gazap ile çıktılar. Hikmetimizle gazap canavarını yerle bir ettik. Karşımıza nefsi emmare ile çıkacaklar, eğer muhabbet ve hikmetimizi aşk mertebesine çıkarabilirsek şeytanın son silahını da yenmiş olacağız.

Bu bizim dünyadaki ezeli ve ebedi serencamımız. Mücadele içinde olduğumuzu bir an unutmadan, bütün mücadelelere hayat veren düşünce ve duygularımızı referans değerlerimizi göz ardı etmeden yola revan olmak.

Bizler, tıpkı şehit ve gazilerimiz gibi, ebedi sadakatimizi sürekli bir itaat bilinciyle devam ettirmek, bu kadim davanın yaşadığımız çağdaki neferleri olarak, üstlendiğimiz sorumluluğu hakkıyla yerine getirmek zorundayız.

Tefekküre imkan sağlayan her şeyde olduğu gibi, bu vesileyle de, bir kez daha ve güçlü bir biçimde, kendimizi hem bireysel hem de toplumsal olarak bütün sorgulamalarımızın merkezine koymalı, başta İslam coğrafyası ve Müslümanlar olmak üzere dünya üzerinde sürüp giden haksızlıkların üstesinden nasıl gelinebileceği üzerine düşünmeliyiz.

Şükür ki, bugün burada bu motivasyonla hareket eden ve bu saiklerle bir araya gelen Cihannüma ailesinin siz değerli fertleriyle birlikte bulunuyoruz.

Kardeşlerim,

Unutmayınız ki, varlığınız sayesinde yarınlarımıza dair umut ve hedeflerimizi daha güçlü şekilde sahipleniyor, bir ve birlikte olmanın bereketiyle feyizleniyor, karşılıklı güven ve dayanışmanın hikmetiyle öğreniyor, ortak gayret ve yardımlaşmanın bilinciyle güçleniyoruz. Rabbim, bu birlik ve beraberliğimizi daim ve yolumuzu açık etsin.

Ben bu duygu ve düşüncelerle sözlerimi burada tamamlarken, bir kez daha toplantımızın hayırlı olmasını diliyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum.

Whatsapp Whatsapp