Doğu Akdeniz’in Bir Parçası Olarak İsrail Sorunu
Menderes KURT
Uluslararası enerji şirketleri tarafından uzun yıllar yapılan araştırmalar sonucunda, Doğu Akdeniz’de son on yılda birbirinden farklı büyüklükte birçok doğalgaz sahası bulundu. Mısır’ın Zohr bölgesinde 850 milyar metreküp, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Afrodit sahasında 140 milyar metreküp ve İsrail’in Tamar (280) ve Leviathan (620) sahalarında toplam 900 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfedildi. Mart 2010’da U.S. Geological Survey yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, Doğu Akdeniz’de 3,4 trilyon metreküp iyileştirilebilir doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol rezervinin olduğu sonucuna ulaştı. Bölge taşıdığı bu potansiyel ile Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeler arasında çatışma ve işbirliği imkânlarını artırmaktadır. Fakat bu noktada deniz sınırı anlaşmazlıkları, bölgede çözülmemiş tarihsel problemlerin varlığı, enerji güvenliği ve enerji transferi noktalarında bazı bölge ülkelerin dışarıda bırakılma çabası, bölgede hidrokarbon rezervleri üzerinden işbirliğinin gelişmesini engellemektedir. Nitekim İsrail bahsedilen problemlerle coğrafi ve siyasi vaziyeti gereği en çok muhatap olan ülke konumundadır.
İsrail’in Doğu Akdeniz’de oluşan yeni denkleme kendisini yerleştirme biçimi yapıcı olmaktan öte sorunları derinleştirmektedir.
İsrail’in Doğu Akdeniz politikasını özelliklerle hidrokarbon rezervleri üzerinden mevcut cepheleşme ve ittifak yapılanmalarındaki rolünün tahlilini yapmak, bölge siyasetini anlama noktasında önemlidir. İsrail’in Doğu Akdeniz’de oluşan yeni denkleme kendisini yerleştirme biçimi yapıcı olmaktan öte sorunları derinleştirmektedir. İsrail’in bölgeye yönelik politikası birkaç noktada sorun yaratmaktadır. Birincisi, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlarını belirleme noktasında yapıcı bir rol oynamak yerine kendi çıkarını maksimuma çıkarma çabası, bölgede hidrokarbon rezervleri üzerine muhtemel çatışma ihtimalini yükseltmektedir. İkincisi, bölgedeki ittifak yapılanmalarına kendisini konumlandırma biçimi bölgedeki kamplaşmayı derinleştirmektedir. Üçüncü ise hidrokarbon rezervlerinin kullanımına ve transferine dair ortaya koyulan projelerde bazı bölge ülkelerinin dışarda bırakılması noktasında oynadığı rol ile konu üzerinde bölge ülkeleri arasında muhtemel işbirliği imkânlarını engellemektedir.
İSRAİL’İN DOĞU AKDENİZ’DEKI HAK İHLALLERİ
Enerji fakiri olan ve enerji ihtiyacının büyük çoğunluğunu dışarıdan sağlayan İsrail, 2009’da Tamar ve 2010’da Leviathan sahalarındaki doğalgaz keşifleriyle, enerji tedarikinin yıllardır güvenliği için yarattığı tehlikeyi bertaraf etme imkânı buldu. Zengin doğalgaz keşifleriyle İsrail, iç tüketimini karşılamanın yanında bölge ve uluslararası alanda etki kazanma imkânına kavuştu. Yeni keşifler ile bölgesel gücünü maksimuma çıkarma isteğinde olan İsrail, ülke içi talebi karşıladıktan sonra doğalgazın bölge ve bölge dışına ihracıyla ekonomik, politik ilişkilerini güçlendirme ve bölgesel anlamda siyasi gücünü arttırmayı hedeflemektedir. Doğalgazı bir silah olarak kullanmayı hedefleyen İsrail, bazı bölge ülkelerinin haklarını ihlal etmekten de geri durmamaktadır. İsrail’in MEB sınırları noktasında Lübnan ile yaşadığı problem ve Filistinlileri Doğu Akdeniz kaynaklarından mahrum bırakması, hak ihlallerinin başında gelmektedir.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının keşfi beraberinde kıyıdaş ülkeler arasında deniz yetki alanı sorununu da gündeme getirdi. Çünkü bölgede yapılan sismik aramalar neticesinde keşfedilen gazın üretim aşamasına geçmesi için bölge devletleri arasında MEB alanlarının belirlenmesi gerekiyordu. Üzerine tartışılan kaynağın değeri, MEB sınırlarının belirlenmesinde büyük problem yaratmakta hem üretim hem de hukuki ve siyasi süreci tıkamaktadır. MEB, bir devletin karasularının esas hattından 200 deniz mili açığa kadar olan deniz bölgesinde su altında, deniz yatağında ve toprak altında o devlete bir takım ekonomik haklar tanıyan alandır. MEB’in tanımlamasında denize kıyıdaş olmak öne çıkan ön koşuldur. Bu noktada İsrail, 1947’den itibaren Filistin toprakları üzerinde sürdürdüğü işgallerle Filistinlileri deniz kıyısından uzaklaştırmakta ve işgallerin neticesinde ise Filistin’i Gazze Şeridi’nde Akdeniz’e 40 kilometre kadar bir sınıra hapsetmektedir. Bunun yanında İsrail, Gazze Şeridi’ndeki Filistin yönetimine ait MEB alanında Filistinlilerin arama ve üretim yapmasını da engellemeye devam etmektedir. Aslında İsrail’in Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmalarına sevk eden ilk keşifler 40 kilometre olan Gazze açıklarında yapılmıştı. 1999’da Delek ve Noble Enerji şirketleri vasıtasıyla Noa ve Maria-B sahalarında ve 2000’de British Gas şirketi tarafından Gazze açıklarında 32-35 milyar metreküp doğalgaz keşfedilmesi, İsrail’i bu alana daha fazla yatırım yapmaya itmişti4. İsrail kendi MEB alanında yaptığı doğalgaz keşifleri ile kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir duruma ulaştı. Fakat Filistinlilerin Gazze şeridindeki MEB alanlarında çalışma yapmaları ve keşfedilen gazı üretime sokmaları İsrail engeline takılmaktadır. 2 milyonu aşan nüfusu ile Gazze Şeridi, ciddi enerji sıkıntısı yaşamakta ve günde sadece birkaç saat elektrik enerjisinden faydalanabilmektedir. Filistinlilerin 1947’den itibaren kıyıdan uzaklaştırılması ve bugün ise mevcut haklarını kullanmalarının önüne geçilmesiyle Doğu Akdeniz kıyılarındaki zengin hidrokarbon kaynaklarından yararlanmaları engellemektedir. İsrail, böylelikle Filistinlilerin hayat standartlarının yükselmesinin önüne geçmekte ve Filistinlilerin doğrudan İsrail ekonomisine bağımlı zayıf bir yapılanma olarak kalmasını garantilemektedir.
İsrail, doğalgaz keşifleriyle, enerji tedarikinin yıllardır güvenliği için yarattığı tehlikeyi bertaraf etme imkânı buldu.
İsrail ve Lübnan arasındaki MEB sınırı anlaşmazlığına büyük oranda İsrail’in çıkarlarını maksimum seviyeye çıkarma isteği neden olmuştur. Sorun, GKRY’in 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile yaptığı MEB alanlarını belirleme anlaşmalarından kaynaklanmaktadır. GKRY ve İsrail arasında imzalanan 2010 anlaşmasının ardından Lübnan hükümeti, İsrail’in Lübnan’a ait olan 860 kilometre karelik bölgeyi kendi sınırlarında gösterdiği ve gayri-hukuki bir şekilde bölgede araştırma yaptığını belirterek konuyu 2011’de Birleşmiş Milletlere (BM) taşımıştır. Lübnan ile olan tarihsel problemleri dolayısıyla, konunun ilgili tarafı olan Lübnan’dan bağımsız bir şekilde İsrail’in İsrail-Lübnan deniz sınırını GKRY ile yaptığı anlaşma ile belirleme çabası, ikili arasında çatışma ihtimalini yükseltmiştir. İran’ın Hizbullah üzerinden Doğu Akdeniz’e çıkmayı planladığını varsayan İsrail, bu noktada Lübnan’ın bölgedeki varlığını olabildiğince azaltma isteğindedir. Ayrıca İsrail, Lübnan’daki ekonomik sıkıntıları ve ülkedeki siyasi krizlerin yarattığı zayıflığı kendi lehine kullanma arzusundadır. Fakat Lübnan hükümeti ve Hizbullah gibi gruplar, Lübnan’ın Doğu Akdeniz’deki haklarını korumak için her şeyi yapmaya hazır olduklarını belirtmişlerdir. Nitekim Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’ın “Eğer gerekirse, İsrail petrol tesislerini vururuz ve birkaç saat içinde bütün sistemi durdururuz” şeklindeki tehdidi7, konunun çatışmaya dönüşme potansiyelini ortaya koymuştur. İki ülke arasındaki deniz sınırı anlaşmazlığı ikili arasında işbirliği ve kazan-kazan mantığı üzerinden ilişkilerde yeni bir başlangıç oluşturma potansiyeline rağmen İsrail’in çıkarlarını maksimuma çıkarma, Lübnan’ın zayıflığından yararlanma gibi davranışlar sergilemesi, hem sorunun çözümünü engellemekte hem de İran, Rusya, ABD gibi dış güçlerin bölgeye müdahalelerini kolaylaştırmaktadır. Neticede sorunun çatışmaya dönüşmesini engellemek için taraflar ABD arabuluculuğuna başvurmuş ama 2012’den beri aralıklarla devam eden ve 2020’de hızlanan ABD arabuluculuğuyla yürütülen müzakereler, sınır anlaşmazlığına halen çözüm getirmiş değildir.
Filistinlilerin Gazze şeridindeki MEB alanlarında çalışma yapmaları ve keşfedilen gazı üretime sokmaları İsrail engeline takılmaktadır.
BÖLGE KAMPLAŞMASINI DERİNLEŞTİRME VE SİLAHLANDIRMA
İsrail’in Doğu Akdeniz politikası bölgede Arap Baharı sonrasında ortaya çıkan kamplaşmayı derinleştirmektedir. Tarihsel olarak savunmasını kara saldırıları üzerinden planlayan İsrail için karada ve havada üstünlüğünü sürdürmek asıl hedefti. Fakat doğalgaz keşiflerinden sonra İsrail denizlerdeki varlığının zayıf olduğunu fark etmiş ve bu alana yatırım yapmaya başlamıştır. Bu noktada İsrail’in temel hedefi karada olduğu gibi denizlerde de İsrail askeri üstünlüğünü sağlamaktır. Son yıllarda donanmaya yaptığı yatırımlar ile büyük bir ivme kazanan ve Doğu Akdeniz’de ciddi bir üstünlük elde eden İsrail’in Türkiye’yi çevrelemek ve zayıflatmak asıl hedefi olmuştur. Bu noktada İsrail, Almanya’dan donanmasını güçlendirmek için çeşitli türlerde olmak üzere birçok denizaltı ve savaş gemisi almıştır. Bunun yanında İsrail, Türkiye ile ciddi problemleri olan GKRY ve Yunanistan ile ilişkilerini güçlendirerek hatta bu ülkeleri silahlandırarak Türkiye’yi sınırlandırmak istemektedir. Nitekim İsrail medyasına yansıdığı üzere Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e kıyıdaşı olan Libya gibi ülkelerle yükselen ilişkileri nedeniyle İsrail tarafından doğrudan tehdit olarak algılandığı, İsrail ordusu ve istihbaratı yaptığı açıklamalarla ortaya koymuştur.
İsrail, Filistinlilerin hayat standartlarının yükselmesinin önüne geçmekte ve Filistinlilerin doğrudan İsrail ekonomisine bağımlı zayıf bir yapılanma olarak kalmasını garantilemektedir.
2009’da Davos ve 2010’da Mavi Marmara krizleri sonrasında Türkiye ile ilişkileri bozulan İsrail, bu ilişkinin yerini AB ve NATO üyesi olan Yunanistan ve Doğu Akdeniz sorunun merkezinde yer alan GKRY ile ilişkilerini güçlendirerek telafi etmeye çalışmaktadır. Bu noktada İsrail, GKRY ve Yunanistan arasında yapılan görüşmeler sonucunda başta enerji transferi olmak üzere tek taraflı birçok anlaşma imzalanmıştır. Türkiye ile ilişkilerin bozulmasının hemen ardından Ağustos 2010’da Yunanistan’ı ziyaret eden sabık İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Yunanistan ile enerji ve askeri işbirliği noktasında ortak zemin yaratmaya çalışmıştır. Neticede Yunanistan ile gerçekleşen bütün işbirliği ve ortak zemin arayışları, Ceyhun Çiçekçi’nin belirtiği üzere İsrail’in “bölge siyasetinde militarist bir pozisyonu korumak ve konsolide etmek”10 hedefinin parçasıdır. Yine Çiçekçi’nin belirttiği üzere enerji işbirliği diplomasisini takiben, enerji alanında ciddi anlaşmalar yapılmadan önce İsrail ve Yunanistan arasında ortak askeri tatbikatların yapılması, İsrail’in Yunanistan’la Türkiye’yi dengeleme çabasıdır. Bunun yanında İsrail bölge politikasında Türkiye’yi dengelemek için enerji diplomasisini ön plana çıkartmakta, askeri girişim ve anlaşmaları gizlemeye çalışmaktadır11. Türkiye’nin bu girişimlere rağmen bölgede sismik aramalar yapmaya başlaması, İsrail’in bölgeyi militaristleştirme girişimlerine hız vermesine neden olmuştur. Neticede İsrail, Blue Flag gibi askeri tatbikatlara devam ederken, diğer taraftan savunma anlaşmaları da yapmıştır. Nisan 2021’de İsrail ve Yunanistan arasında 1.65 milyar dolarlık savunma anlaşması imzalanmış ve bu iki ülke arasında savunma sektöründe yapılan en büyük anlaşmadır. Anlaşma kapsamında İsrail savunma sanayi şirketi Elbit Systems, Yunanistan Hava Kuvvetleri için uçuş okulu kuracak ve işletecektir. Ayrıca anlaşma, İsrail’in Yunanistan’a 10 adet M-346 eğitim uçağı satması, T-6 Efroni uçaklarının bakımı ve simülatörlerine destek sağlama gibi maddeleri de içeriyor. Geniş savunma ve tedarik anlaşma sının süresi ise 22 yıl olarak belirlendi12. Böylelikle İsrail, müttefikleri ile ilişkilerini bir üst seviyeye taşımayı hedeflerken, diğer taraftan Kıbrıs Adası ve MEB konusunda ciddi sorunları olan Türkiye ve Yunanistan taraflarından Yunanistan’a savunma desteği sağlaması, bölgede silahlanmayı hızlandırmakta ve çatışma ihtimalini yükseltmektedir.
Doğalgaz keşiflerinden sonra İsrail denizlerdeki varlığının zayıf olduğunu fark etmiş ve bu alana yatırım yapmaya başlamıştır.
EASTMED BORU HATTI PROJESİ
İsrail, Türkiye’yi dengelemek adına bölgede silahlanmayı hızlandırmakla birlikte, enerji üretimi ve transferi noktasında bölgesel işbirliği projelerinde bazı ülkelerin dışarıda bırakılmasını sağlayarak, bölge ülkeleri arasındaki muhtemel işbirliği imkânlarını engellemektedir. Bu noktada Doğu Akdeniz’deki doğalgazın Avrupa’ya transferi için İsrail ve Yunanistan’ın liderliğini yaptığı 2 bin kilometrelik EastMed Boru Hattı projesi, büyük oranda Türkiye’yi çevreleme ve İsrail ile problemleri olan Lübnan, Libya, Suriye gibi ülkeleri dışarda bırakma çabasının bir ürünüdür. Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının Avrupa’ya nakli konusunda en uygun yol Türkiye olmasına rağmen mevcut problemler bunu mümkün kılmamaktadır. Bu nedenle Ocak 2019’da İtalya, GKRY, Yunanistan, İsrail, Ürdün, Mısır ve Filistin yönetiminin katılımıyla Kahire merkezli Doğu Akdeniz Gaz Forumu (East Mediterranean Gas Forum) kurulmuştur. Forumda bölgedeki doğalgaz ithalatçıları ve ihracatçıları arasında beklenti ve amaçlarına uygun arz güvenliğini garanti altına alma, fiyat anlaşmaları ve altyapı inşaatları ile karşılıklı bağımlılık oluşturma hedefleri ortaya konulmuştur. Bunun yanında İsrail’den GKRY, Girit, Yunanistan ve İtalya hattını takip edecek 2 bin kilometrelik EastMed boru hattı inşasına karar kılınmıştır. Gaz Forumu Mısır ve İsrail’in bölgesel güç devşirme hedeflerinin bir yansımasıdır. Mısır enerji merkezi olmayı hedeflerken, İsrail, bölge gazının Avrupa’ya transferi neticesinde AB ülkelerinin İsrail-Filistin meselesinde İsrail lehine siyaset izlemesini beklemektedir13. İsrail, Yunanistan, GKRY’in başını çektiği bu girişim, Lübnan ve Türkiye gibi bölgede önemli hakları bulunan ülkeleri dışarda bırakması ve bu, ülkelere karşı olumsuz bir söylem oluşturması, Gaz Forumu üzerinden muhtemel işbirliği ihtimalini azaltmakta, aksine çatışma, rekabet ve bunları takiben silahlanma yarışını artırmaktadır. İsrail, Yunanistan ve GKRY’in bu tür girişimlerle Türkiye’yi çevreleme ve bazı bölge ülkelerini dışarda bırakma çabaları, Türkiye’nin haklarını korumak için daha proaktif bir politika izlemeye itmektedir. Bölgedeki tek taraflı ve bazı bölge ülkelerinin haklarını ihlal veya görmezden gelen EastMed boru hattı gibi girişimlerin önüne geçmek için 27 Kasım 2019 tarihinde Türkiye ve Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında imzalanan deniz sınırı yetki alanı anlaşması ile iki ülke arasındaki deniz sınırı belirlenmiştir. Anlaşma neticesinde Türkiye EastMed boru hattının yolunu bloke etmiş ve uluslararası hukuka binaen bölgeden geçen projeleri kendi iznine tabi kılmıştır. Bölge üzerinde hakları olan bütün tarafları içermeyen girişimler çözüm odaklı olmadıkları için bölgedeki rekabeti artırmanın yanında işbirliği imkânlarını da tıkamaktadır.
Doğu Akdeniz’de enerji keşiflerinin ardından bölge ülkeleri arasında kazan-kazan anlayışı çerçevesinde işbirliği imkânlarını artırma olasılığı doğmuş olmasına rağmen, İsrail gibi Doğu Akdeniz politikasını ve kurduğu ilişkileri güvenlik üzerine inşa eden ülkeler nedeniyle işbirliği fırsatları yerini rekabet ve çatışmaya bırakmaktadır. Filistinlilerin denize ulaşmaları ve mevcut haklarını kullanmaları noktasında yaratılan engeller, İsrail-Filistin meselesinde çözülmemiş problemlere bir tanesini daha eklemektedir. Lübnan ile deniz sınırı anlaşmazlığında takip edilen tek taraflılık ve çıkarlarını maksimuma çıkarma gayesi, iki ülke arasındaki işbirliği imkânlarını azaltmakta ve çatışma olasılığını yükseltmektedir. Türkiye ile bozulan ilişkiler sonrasında Yunanistan ve GKRY üzerinden Türkiye’yi dengeleme çabası, bölgede silahlanma ve çatışma ihtimalini artırmaktadır. İsrail’in tarihsel olarak dış politikasına işlenmiş olan güvenlik kompleksinden kurtulamaması, Doğu Akdeniz’deki problemlere kaynaklık etmekte ve olası çözümlerin önünü tıkamaktadır.