Dijitalleşme ve Devletsizlik Arayışları
Mustafa BOLAT
Uluslararası sistem; İkinci Dünya Savaşı galiplerinin oluşturduğu ve yönetimlerini anayasaları ile kontrol ettiği bir sistemdir. 1945 sonrası Anayasalara, hukuki boyutun üzerine siyasi bir boyut eklenmiştir. İtalya, Japonya ve Almanya’nın anayasaları, savaşın galibi ABD tarafından, vesayetçi bir tarzda yapılmıştır. Zaten anayasasını başka bir devlete emanet eden bu devletlerin, güvenlik ve savunması da aynı vasi devletin kontrolünde şekillenmiştir.
Anarşistler devletsiz bir düzen arzularken; belki de ‘görünmez bir el’in düzeni temin edeceğini düşünmekteydiler. Devletsiz bir düzen ararlarken, devrimin teröre sapan yöntemlere kapı araladığını görmüştüler. Devrime giden yolda, düzensizlik romantizmi ile eşitlikçi bir düzen oluşacağını ummaktaydılar.
Bu noktada İngiltere örneğinden hareketle anayasasız bir devlet oluyor da devletsiz bir dünya nizamı olamaz mı, sorusu sorulabilir. Kamu yönetiminde yaşanan son deneyimler devletin organizasyon ve koordinasyon yetileri olmadan yönetimde istikrar ve etkinliğin çok da mümkün olmadığını göstermiştir.
Tarih boyunca ekonomik krizler; Kamu Yönetimi düşüncesinde ve pratiğinde, temel dönüşümlere yol açmıştır. 1929 yılında yaşanan Büyük Buhran’da; Keynes’in 1936’da yayınladığı “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” kitabından alınan ilham ile devletin büyük kamu yatırımları ile istihdam sağlayarak, ekonomik aktiviteyi canlandıracağı tezi, 1970’lerde Petrol krizlerine kadar etkinliğini sürdürmüştür. Devletin aktif bir aktör olarak piyasada yatırımcı olarak da yer aldığı bu dönem Geleneksel Kamu Yönetimi olarak ifade edilmektedir.
1929 Ekonomik Krizi Büyük Buhran ile 2008 yılında yaşadığımız Konut Kredisi (Mortgage) krizi arasında en büyük benzerlik; bir dönem yatırımcısına kazanç sağlayan yatırım araçlarının cazibesini kaybederek, mal ve emtia değerlerinin düşmesi olmuştur.
Geleneksel Kamu Yönetimi anlayışı 1970 döneminde yaşanan petrol krizleri ile sorgulanmış, devletin piyasayı düzenlerken verimsiz alanlara yatırım yaparak aşırı istihdam oluşturduğu düşüncesi ile Özel Sektör prensipleri Yönetim alanında hakimiyet oluşturmaya başlamıştır. Yeni Kamu Yönetim Dönemi olarak ifade edeceğimiz bu dönemde; etkinlik, verimlilik, stratejik yönetim, özelleştirme gibi uygulamalar öne çıkmıştır.
1980’li yılların başında ABD’de Reagan, İngiltere’de Demir Leydi Margarat Thatcher ve ülkemizde Turgut ÖZAL ile özdeşleşen neoliberal politikalar ulus aşırı şirketlerin, uluslararası politikada etkinliklerini arttırmalarına sebebiyet vermiştir. 2008 krizine giden yolda devletleri stratejilerine oyuncak yapan bu yapı, şımarık finans sektörü uzmanları(!) eliyle bir grup azınlığın mutlu olduğu bir yapı oluşturmuştur.
1929 Ekonomik Krizi Büyük Buhran ile 2008 yılında yaşadığımız Konut Kredisi (Mortgage) krizi arasında en büyük benzerlik; bir dönem yatırımcısına kazanç sağlayan yatırım araçlarının cazibesini kaybederek, mal ve emtia değerlerinin düşmesi olmuştur. Yatırımcıların iştahı azalınca, piyasayı tekrar hayata döndürecek, koordine edecek etkili bir mekanizmaya ihtiyaç duyulmuştur.
“Yeni Kamu Yönetimi” dönemini, Şirket Kültürü ve Neo Liberal dönem olarak tanımlarsak, Yeni Kamu Yönetimi Sonrası Dönemi ise “Devletin Sahaya Geri Dönüşü” olarak nitelendirebiliriz.
Türev ürünler ile beyaz yakalıların sebebiyet verdiği “2008 Mortgage Küresel İktisadi Krizini etkilerini ortadan kaldırma adına Devletlerin ve Kamu Kurumlarının attığı adımlar, Yeni Kamu Yönetimi Sonrası Dönem (Post New Public Management) Yaklaşımını Kamu Yönetimi teorilerinde ön sıralara yükseltmiştir.
Büyük ölçekli Lehman Brothers gibi finans kuruluşlarının batışı, batışına izin verilmeyen Marrill Lynch gibi kuruluşlar göz önüne alındığında, bu tercihlerin oluşumunda ve karar alma mekanizmalarında devletlerin ya da merkezi hükümetlerin kararları belirleyici olmuştur.
Yeni Kamu Yönetimi Sonrası Dönemi; içe kapanma, ulus devlet bilincinin güçlenmesi, bağımsızlık arayışlarının artması ve sert şekilde bastırılması, uluslararası birliklerin zayıflaması, serbest ticaretin zorlaştırılması ve korumacılığın artması, aşırı sağın güçlenmesi, digital e-devletin güçlenmesi gibi gelişmeler üzerinden okuma yapmak mümkündür.
Trump döneminde otomotiv şirketlerinin ve 3M gibi şirketlerin içerdeki üretime zorlanması ve hatta tehdit boyutlarında ABD’den çıkmasının engellenmesi, hükümranlığın ve demir yumruğun devlet mekanizması tarafından kullanılmasına somut örneklerdir.
Merkez Bankaları uygulamalarının daha yakinen takip edildiği, ekonomik canlılığın, para politikaları üzerinden gerçekleştirildiği 2008 sonrası dönemde, devlete ihtiyaç belirginleşmiştir. Merkez Bankaları para politikalarını uygularken, seçilmiş siyasetçilerinin politik desteklerinin de yanlarında olmasını beklemişlerdir. Trump FED Başkanlarını, faizlerin düşürülmesi için sıkça uyarmıştır. Obama döneminin FED Başkanı Yellen, Hazine Bakanı olarak Biden kabinesinde tarihteki ilk Hazine Bakanı olarak yer bulurken, ülkemizde de Merkez Bankası uygulamaları, siyaset ile gerginliklere zemin hazırlamış, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi sonrası sık TCMB Başkanı değişiklikleri yaşanmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan uluslararası düzenin ve uluslararası kurumların sorgulandığı, uluslararası ilişkilerin, ticaret savaşları üzerinden yeniden şekillendiği bu günlerde Kovid-19’un ortaya çıkardığı yeni durum, tüm dünyanın baş aktörleri ile yeni bir halin ya da yeni normalin arayışlarını da arttırmıştır. Otoriterleşme, ulus devletin dönüşümü, komplo teorileri, ticaret savaşları, elektronik para, dijital çip, nüfusun azaltılması, küreselciler-ulusalcılar gibi kavramlar etrafında büyük bir beyin fırtınası yaşanmakta, yeni normale hazırlıklar yapılmaktadır.
Trump ile etkisini arttıran devletlerin içe kapanmacı tavrı ve bu tavrın ortaya çıkaracağı etkiler düşünüldüğünde; son dönemdeki gelişmeler ve kriz yönetme biçimi, küreselleşmeye karşı etki alanını kaybetmek istemeyen devletlerin kontra atağı olarak görülebilir. Eğer öyleyse, devletlerin milli ekonomilerini kendine yeterlilik temelinde yeniden inşa edecekleri neo-merkantilist döneme geçişinin bir merhalesini yaşıyor olabiliriz.
Fransa ve İngiltere’de güvenlik güçlerinin yetkilerini arttıran düzenlemeler sahne alırken, merkeziyetçi ve daha bütünlükçü yönetim arayışları ön plana çıkmaktadır. Yine özellikle Avrupa’da ırkçı hareketlerin öne çıkması korumacı ve güvenlik öncelikli politikalara yönelimi arttırmıştır.
Kovid-19 salgını sonrası başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede, askeri birliklerin sokakta askeri araçlar ile arzı endam ettikleri görülmüştür. ABD eyaletlerindeki salgınla mücadele hususundaki uygulamalar, merkezi hükümet ile eyaletler arasında sık sık gerginliklere sebep olmuştur.
Avrupa Birliği’ne gevşek bir şekilde bağlı bulunan Büyük Britanya’da yapılan referandum ile ayrılma süreci, Avrupa ve dünya siyasetini ciddi şekilde etkilemiştir. Mart 2019’da AB’den ayrılması planlanan İngiltere, Boris Jonshon’un Aralık 2019 seçim zaferine kadar iki başbakan harcamış, süreci seçim sonrasında 358 milletvekilinin onayı ile geçen AB Sözleşmesi ile rayına sokmuş gibi görünse de 2020’nin son günlerine kadar ayrılma müzakare süreci devam etmiştir.
Trump döneminde Dünya Ticaret Örgütü’nden çıkma, Karbon Azaltımı Anlaşmasından ayrılma gibi politikalar uygulansa da Biden ile geleneksel uygulamaya dönüş başlamıştır. Devletlerin hızlı hareket etmesini beklemek elbette bir romantizm içermektedir. Ancak radikal dönüşümler için dört ve beş yıllık seçim süreleri de hem hayli kısa hem de uzun sürelerdir. Bir heyula gibi üzerimize düşen vesayetçi anlayışlar, her ülkede karşımıza çıkmaktadır. Şımarık finans aktörlerinin bozduğu düzeni yine devlet dediğimiz aygıtın kurumları ve bürokratları eliyle düzeltilmesi gerekliliğini de gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Dijitalleşme ile devletin verdiği hizmetlere ulaşımın kolaylaşması, cevap ve hizmet hızının artması gibi kazanımlar söz konusu iken, devletin gerekliliğini arttıran krizler de ortaya çıkmaktadır.
Birliklerin gevşemesi ve sorgulanması; kriz dönemlerindeki hızlı hareket gerekliliğinin de bir sonucudur. Devlet en somut şekilde kriz dönemlerinde aranır. Bugünün dünyasında sosyal medya hâkimiyeti ile teknolojik bir yapılanmanın, devletsiz bir çözümü akıllara getirmesi normaldir. Kodlama, yapay zekâ, 5G, Endüstri 4.0 ve Toplum 5.0 gibi teknolojik devrime taalluk eden kavramların havada uçuştuğu bu dönemde, devletin fonksiyonu sorgulanmaktadır. Tüm bu kolaylıkların yanında, özel hayatın, özgürlüklerin ve kişilik haklarının ihlalinin de bir o kadar kolaylaşması söz konusudur. Anayasal çerçevede bu hususların etkin ve sağlıklı bir şekilde düzenlenmesi ve daha esnek devlet yönetim modellerinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu açıdan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sitemi ülkemize ciddi fayda oluşturmaktadır. Bakanların, kurtarma paketlerinin, bütçe onaylarının, seçim sonuçlarının aylarca gündemde kaldığı ABD gibi başkanlık sistemi ile yönetilen gelişmiş ülkelerde bile, çift meclis uygulamaları yerine etkin ve hızlı yasama, yürütme ve yargı mekanizmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Dijital dünyanın hakimiyeti güçlense de sınırlarını çizmek, hak ve hürriyetleri korumak ve kollamak, adaleti ayakta tutmak için insana ve onun oluşturduğu mekanizmaya her zaman ihtiyaç duyulacaktır. Asr-ı Saadet dönemine ulaşma azmi ve arzusu, Müslüman zihnin ve pratiğin, her zaman kızıl elması olmak zorundadır. Devletsizlik özlemi; güçlü ve adil devlet arzusunun gölgesinde kalmaya mahkûm görünmektedir.
Kovid-19 krizi ile birçok sektör can çekişirken, birçok ülke yönetimleri, ulusal ya da ulus aşırı şirketlerine, hisse ortaklığı ile gizli kurtarma operasyonlarına imza atmaktadır.