Türkiye ve Fransa: Uzak Hedefler Yakın Çelişkiler
Ömer AYDIN
Fransa, I. Dünya Savaşı dönemindeki Almanya virajını saymazsak, yüzyıllar boyunca bizim Avrupa’daki (hatta Batı’daki) ilk ve en eski müttefikimizdir. Osmanlı Devleti Avrupa ile ilk yakınlaşmayı, Kanunî Sultan Süleyman döneminde Fransa ile kurmuştur. Bugün bile Fransa denilince akla hemen Kanunî’nin, “Sultan Süleyman’ın saâdet sarayının eşiğine bağlılığını bildirip, kuvvet ve kudretin sığınağına tâbi olduğunu” açıklayan Fransuva’nın mektubuna verdiği görkemli yanıt gelir.
Tüm Avrupa’yı birleştirip Kutsal bir imparatorluk kurmayı hedefleyen İspanya Kralı Şarlken’e 1526’da yenilip esir düşen 1. Fransuva, Kanunî’den yardım ister ve iki devlet arasında başlayan yakınlaşma yüzyıllar boyunca sürer.
Osmanlı Devleti’nin yaklaşık üç yüzyılını, Türkiye Cumhuriyeti’nin ise ilk 50 yılını siyasi, kültürel, sanatsal ve mimari açıdan etkilemiştir Fransızlar.
Kurtuluş Savaşı döneminde Batı’da bağlarımızı korumak, ilişkilerimizi geliştirmek için müracaat ettiğimiz ilk ülke de yine Fransa’dır. Ankara Hükümeti, İngilizlere karşı Fransa’dan yana tavır almış, İngilizleri Anadolu ve Ortadoğu’dan kovmak için birlikte hareket etme çabasına girişilmiştir. 1950’li yıllar sonrası Avrupa Birliği içerisinde etkinliğini kurmak ve korumak isteyen Fransa, Türkiye ile ilişkilerinde tutumlu bir tavır göstermiş, 2000’li yılların başına kadar Paris ve Ankara arasındaki “geniş çaplı fakat dar vizyonlu” yolculuğun seyri tekdüze devam etmiştir. İki ülke arasında kontrollü bir uzaklaşmanın Jacques Chirac döneminden sonra başladığını söyleyebiliriz. Nicolas Sarkozy ile hızlanan ilişkilerin kötüye gidişinin başlangıcı, François Hollande ile tamama erdi, Emmanuel Macron döneminde ise artık “ilişkisizlik dönemine” girilmiş oldu.
Son yıllarda Türkiye’deki siyasi istikrar ve Fransızların çok kullandığı deyimle Ankara’nın “yayılmacı” politikaları, Fransa’nın son iki yüzyılda serbestçe hareket ettiği bölgeleri tehdit eder hale geldi.
ABD yönetiminde Donald Trump ile meydana gelen değişiklikler, Macron yönetimindeki Fransa’nın ve Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı tutumunu sertleştirdi. Son yıllarda Türkiye’deki siyasi istikrar ve Fransızların çok kullandığı deyimle Ankara’nın “yayılmacı” politikaları, Fransa’nın son iki yüzyılda serbestçe hareket ettiği bölgeleri tehdit eder hale geldi. Artık Ankara, Paris’i, Avrupa Birliği’ne biçmek istediği kaftan, sömürgeci geçmişi dolayısıyla kapılageldiği tarihi rüzgar, siyasi, kültürel ve dini alanlardaki yakın gelecek hedefleri açısından, çok sayıda bölgede rahatsız etmeye başlamıştı.
ABD’de Joe Biden’ın seçilmesi ile birlikte Fransa’nın derin bir nefes aldığını gözlemliyoruz. Trump döneminin sonlarına doğru iyice gerginleşen Fransa-ABD ilişkileri, deyim yerindeyse öldü öldü dirildi. Koronavirüs kargaşası içerisinde Trump’ın Fransız ürünlerine uyguladığı vergiler nedeniyle Paris’te uykusuz geceler çoğaldı. Macron’un Avrupa Birliği, NATO, Brexit, Balkanlar ve Ortadoğu hakkında yaptığı her açıklama Atlantik ötesinde bir ateş topu olarak geri Elysee’nin bahçesine düşüyordu. Bu muazzam korku ve ihtiyatlı tavır mecburiyeti nedeniyle son dönemde Ortadoğu, Suriye, İsrail-Filistin gibi dosyalarda Macron’un sesini duyan olmadı.
Afrika’da 2010 itibarıyla Frankofon ülkelerde etkisini artırmaya başlayan Türkiye, doğrudan Fransız çıkarlarına tehdit olarak gösterildi. Son dönemde eski sömürgeleri ile bağını yavaş yavaş kaybeden Paris, bu boşluğu Çin ve Rusya gibi “büyük tehdit” güçlerin doldurmasından ziyade, eski dost Türkiye’nin işbirliğine yeşil ışık yakıyor. Akdeniz ve çevresinde ise geride bıraktığımız yıl Fransa eliyle zirveye çıkan gerginliğin yumuşaması, iki ülke açısından da mantıklı bir orta yolun bulunarak suların durulması beklentisi mevcut.
Aklı selim, Fransa için Sahra altı, Libya, Mağrip, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve hatta Balkanlar politikasında Türkiye ile yakın ve dürüst bir ilişki kurmasını öğütlüyor. Fakat unutulmaması gereken mekanik bir gerçek var: Seçim sürecine girecek Paris’in, Avrupa’nın en yüksek orandaki aşırı sağ seçmenine hitap edecek geçici heyecanlar üretme zorunluluğu. Marine Le Pen’in savaş çığlıkları ile sahalara ineceğini düşündüğümüz bir ortamda Macron’dan Akdeniz’de barış çubuğu tüttürme mesajları beklemek siyaset bilimine ihanet olur.
Büyük riskler ve cesur adımlar
Fransa’nın önümüzdeki iki yılı seçim kargaşası içerisinde geçireceği gerçeği, dış politika açısından da beklenmedik çıkışlar ve kısa boylu krizlere açık olacağı anlamına geliyor. Büyük riskler ve cesur adımlara dair manevraları 2022 sonrasında göreceğiz.
Geride bıraktığımız birkaç yılda Fransa ve Türkiye; Libya, Suriye, Yukarı Karabağ, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz gibi dosyalarda karşı karşıya geldi. Macron, bu dosyalarda elini güçlendirmek için NATO ve AB’yi devreye sokmayı denedi fakat istediği desteği göremedi.
Libya’da Muammer Kaddafi’nin düşüşüne neden olup ülkeyi kaosa sürükleyen Fransa, bu durumdan çıkış için de çaba sarf etmedi. Geldiğimiz noktada sadece Libya değil, tüm Mağrip ülkelerinin elinden kaydığı acı gerçeğiyle yüzleşmeye çalışan bir Fransa görüyoruz. Çözümü çözümsüzlükte dayatan Fransa’nın artık Mağrip ülkelerinde eski görkemli ve hesapsız günlerinin sona erdiğini, bunu da yaptığı acemice hatalarla iyice hızlandırdığını belirtelim. Doğu Akdeniz ve Kıbrıs konularında da kalıcı bir dostluk veya düşmanlık kuramayacağı, günü kurtarma amaçlı manevralar peşinde olduğunu tüm dünya gördü. Özellikle Kıbrıs ve Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmaları sürecinde Almanya’nın takındığı ağırbaşlı ve güven verici tavır, Macron’u Fransa’da bile zor durumda bıraktı. Akdeniz’de tek başına hareket etmeyi seçen Macron’a İtalya, İspanya gibi diğer önemli ülkelerden de tepki geldi.
Yukarı Karabağ meselesinde Ermenistan’a açık destek veren Fransa yönetimi, uluslararası hukuk ve toplum karşısında kekeme bir siyasete mahkum oldu. Ermenistan ile tarihi bağlar, ülkedeki etkili Ermeni lobisi ve dini yakınlık nedeniyle Katolik kilisesinin baskısına maruz kalan Macron yönetimi, Yukarı Karabağ krizinde tarafsız rolü oynamayı denedi fakat başarısız oldu. AB’nin şahini, Ermenilerin hamisi Macron, bu yenilgiyi kimseye anlatamadı.
Çözümü çözümsüzlükte dayatan Fransa’nın artık Mağrip ülkelerinde eski görkemli ve hesapsız günlerinin sona erdiğini, bunu da yaptığı acemice hatalarla iyice hızlandırdığını belirtelim.
Fransa’nın Suriye politikası, iç savaşın ilk yıllarında Türkiye ile paralel gitmiştir. Hatta birçok açıdan Türkiye ve Fransa’nın bölgedeki gelişmelere dair siyaseti benzerlik göstermekteydi. 2013 Ağustos’unda Fransız Rafale uçakları Esad rejimini bombalamak üzere havalanmış, önce David Cameron, sonra da Obama’nın son dakika vazgeçme kararı sonrası üslerine geri dönmüştü. François Hollande döneminin aslında ilk uluslararası fiyaskosu buydu. Fransa yönetimi sonraki yıllarda da Şam’a karşı şahin görünme stratejisini sürdürdü. Hollande döneminin ardından Fransa’nın zirvesine adeta zembille inen Emmanuel Macron ise 2018’de Suriye’ye karşı bir askeri harekata girişilmesi için çaba gösterdi. Fakat bölgede değişen dengeler, Trump yönetimindeki yeni ABD stratejisi ve gittikçe ağırlığını hissettiren Rusya nedeniyle adeta Suriye krizinde hikaye yeniden yazılmaya başlandı. Macron Fransa’sının Suriye dosyasında artık bir etkisi kalmamıştı.
Mevcut durumda Suriye ve Irak siyasetinde Fransa, Türkiye’yi kaybetmesine neden olan PKK/PYD’ye bağlı hedefleri ve bölgedeki Hristiyan nüfusla ilgili “kaygıları” dışında bir dayanak bulamıyor. Fransız kamuoyunun Şark Hristiyanları hassasiyeti nedeniyle Paris’in bir ayağı sürekli buralarda olacak lakin olup bitenlere seyirci kalmaktan başka bir rolü olacağı da sanılmıyor.
ÜÇ MESELE
Yakın dönemde Türkiye-Fransa ilişkilerinin geleceğini üç konu belirleyecek: Türkiye-ABD ilişkileri, Merkel sonrası Almanya’nın durumu ve 2022’de Fransa’nın nereye yöneleceği. ABD ile Türkiye arasının daha şimdiden kötü olacağı öngörüleri başlasa da, hem ABD’nin hem de Avrupa’nın kuzeyde Rusya ve doğuda Çin’e karşı, bölgede Türkiye’den başka güven veren bir kapıları yok. Almanya’da ise bu yılın sonuna doğru Merkel görevi devredecek. Hristiyan-Demokrat geleneğin Alman siyasetini Merkel sonrası nasıl sürdüreceği soru işaretleri ile dolu. Almanya’da çıkacak en ufak bir rüzgarın AB gemisini fırtınalara savuracağı, Fransa’nın bu durumda fırtınadan korunmak dışında bir hamle şansının olamayacağını belirtelim.
2022 seçimlerinde Macron-Le Pen düellosu şimdilik herkesin beklentisi fakat tercihi değil. Le Pen dışında derin Fransa veya geleneksel sağ dediğimiz Katolik merkez sağ, Macron’un ülkeyi attığı maceralardan büyük rahatsızlık duyuyor. Fransa’nın bu kesimi, pandemi sürecinin de hızlandırdığı bir gerçekle yakın zamanda daha koruyucu, daha saldırgan ve kontrollü bir yönetim için hazırlık yapıyor. Zaten bu dönemde artık iyice kaybolmuş solun ve aşırı solun seçimi kazanarak ülkeyi belirsiz maceralara atmasını arzu eden de olmayacaktır.
Macron NATO’yu neden öldürdü?
Türkiye-Fransa ilişkilerinde Macron ile birlikte öne çıkan bir diğer konu da NATO. Macron, beyin ölümünü layık gördüğü NATO’yu yeniden şekillendirmeye gücü yetmeyeceğine göre, neden bunca külfetin altına girdi dersiniz? Macron’un NATO üzerinden Türkiye’ye mesajlar vermesi Trump döneminde etkisiz kaldığı Ortadoğu, Suriye, İsrail-Filistin ve Afrika hatta Balkanlar meselelerinde adeta yok olmasından kaynaklanıyor. AB ordusu talebiyle AB’yi, Balkanlara yönelik mesajlarıyla Balkan ülkelerini (ve Almanya’yı) harekete geçiremeyen Macron, NATO üzerinden mesajlar vererek yukarıda saydığımız bölgelerdeki geri çekilmeyi perdelemeyi amaçladı. Şimdi Fransa, Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın ifadesiyle “ABD ile ilişkisinin eskisi gibi olmayacağını, şimdiki AB’nin 4 yıl önceki AB olmadığını ve Biden’ın karşısında farklı bir AB bulacağını” söylüyor. Asıl soru şu olmalı: Biz karşımızda 2 yıl içinde nasıl bir AB bulacağız?
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde 2000 sonrası sert tavır değişikliğine giden Fransa’nın yakın dönemde bir U dönüşü yapmasını beklemiyoruz fakat, daha güçlü bir AB ile Biden’ın karşısına çıkmayı hedefleyen Fransa’nın Türkiye ile sıcak ilişki aşamasını başlatması öngörülebilir. Bu yönde atılacak adımların hem Ankara hem de Paris için kendi ulusal sınırlarının çok daha ötesinde karşılığı olacaktır.
Afrika örneğinde değindiğimiz gibi, benzer bir kültürel ve dini coğrafyaya etki etmeye çalışan iki ülkenin de çıkarları çatışarak kaybetmekten değil, uyuşarak çözüm bulmaktan geçiyor.
Fransızlar, İngiliz ve Alman hegemonyasına karşı Afrika’da, Balkanlarda olduğu gibi Ortadoğu’da da Türkiye’nin geniş gönlünü fethederek etkili olabilirler. Bu kural Orta Asya için de geçerli.
Türkiye ile kuracağı iyi ilişkilerin Fransa’nın iç barışı ve huzuruna da önemli katkıları olacaktır. Fransa’da yaşayan göçmenler içerisinde Türkler, yurttaşlık görevleri ve sosyo-ekonomik hayata katkı/katılma açısından müstesna bir yere sahip. İslam dünyasında kaybettiği itibarını ve aklı selimi Türkiye’den alacağı destek ve el ile yeniden kazanabilir.
Yazımızın başında değindiğimiz uzak hedefler ve yakın çelişkiler bunlardır. Fransa’nın bu hedeflerine ulaşması için Türkiye ile birlikte yürümesi gerekmektedir. Saman alevi siyasi manevralardan vazgeçip, kısa süreli çelişkilerinden kurtularak ancak ulusal sınırları dışına taşabilir; dini özgürlükler, dünya barışı için sosyal buhranlar ve terörizmle mücadelede başarı gösterebilir.
Yeni dönemde dünyada güç mücadelesi, egemenlik ve çatışma merkezinin Hint-Pasifik bölgesinde yoğunlaşacağı gerçeğini de göz önünde bulundurursak, Türkiye’nin Fransa ve diğer küresel aktörlerle ilişkisinde derin kırılmaların yaşanmayacağını, aksine içeride istikrarı bölgesinde ise etkisini daha da artıracağını söyleyebiliriz.
Daha güçlü bir AB ile Biden’ın karşısına çıkmayı hedefleyen Fransa’nın Türkiye ile sıcak ilişki aşamasını başlatması öngörülebilir.