Salgının Kıskacında Eğitimi Tartışmak
Osman ÖZTÜRK
“Hiçbir şey aynı kalmayacak.” cümlesi, Kovid-19 salgını nedeniyle sıkça dile getirilen bir öngörü. Yaşadığımız küresel salgının ne denli güçlü bir etkiye sahip olduğunu ifade eden tam anlamıyla mücmel bir ifade. Kısa, öz, özetlenmiş nitelikte olması yönüyle ve neye delalet ettiği anlaşılmayacak derecede kapalı olması bakımından da mücmellik tanımına uygun.
Koronavirüs salgını insanlığın daha önce deneyimlemediği küresel bir problem. Öyle ki din, dil ayrımı, ekonomik-sosyal-siyasal statü farkı, yaş grubu, devlet, ulus kimliği gibi ayrımları gözetmeksizin herkesi ve her kesimi içine alan bir problem. Tabii ki dünya ilk defa bir salgın yaşamıyor. Ancak ulaşım, iletişim ve etkileşimin bu denli hızlı olduğu bir çağda yaşadığımız bu küresel salgın öncekilerden çok farklı etkiler bırakıyor. Bir yandan insanlığı içine kapanmaya iterken öte yandan insanları, ulus devlet sınırlarını aşan bir çapta birlikte davranmaya mecbur bırakıyor. İnsan eliyle üretilmiş olduğu kanıtlanmış olmasa da insanlığın bir sosyal deneye tabi tutulduğu tezini gerçeğe dönüştürecek şekilde (bir çeşit kendini gerçekleştiren kehanet olmaya aday) bir seyir izliyor. Hepimize daha önce olmasına asla razı olmayacağımız şeyleri gönüllü bir şekilde kabul etmeyi hatta talep etmeyi telkin ediyor. Daha çok denetim, daha fazla kısıtlama, daha az özgürlük anlamına gelen uygulamaları kendiliğinden talep eder hâle geliyoruz.
Öte yandan, metanet, dayanışma, yardımlaşma, yaşlılara hürmet, sabır gibi çoğu inanç kaynaklı olan ve büyük travmalara karşı toplumların bağışıklık sistemini üreten ahlaki değerler başka bir pencereden gündemimize geliyor.
Görünen o ki yaşadığımız salgın güçlü bir değişim beklentisi ve çok sayıda tartışma başlığı üretmiş durumda.
Tartışmamız gereken başlıklardan biri, kuşkusuz ki eğitim. Virüs sonrası yaşanacağı iddia edilen değişim dalgası genelde eğitimi ve özelde de okulu kalıcı bir şekilde etkileyecek mi?
Salgının kısa vadeli etkilerini hep birlikte yaşadık.
Virüs ortaya çıkar çıkmaz dünyanın 192 ülkesi örgün eğitime ara verdi. 1.5 milyardan fazla öğrenci okullarına gidemedi. Ülkemiz başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde uzaktan eğitimle ilgili çeşitli arayışlar ve uygulamalar hayata geçirildi. MEB, resmi okullarımızda ağırlıklı olarak EBA ve EBA TV üzerinden dersleri sürdürürken özel okullarımız daha çok canlı (online) dersler ile kalan konuları tamamlama yoluna gitti.
Yaşanan birçok teknik veya tecrübi aksaklığın yanında umut veren başarılı örnekler de ortaya çıktı. Genel olarak bu süreçte başarılı sınav veren ülkelerden biri olduk.
Koronavirüs, hâlâ ülkemiz ve dünya için de güncel bir tehdit olma durumunu koruyor. Bu durumun zorunlu sonucu olarak karşımıza çıkan bu uygulamalar eğitim ile ilgili kadim eleştirileri giderecek çözümlere götürür mü?
Yaşadığımız süreç hepimize daha önce olmasına asla razı olmayacağımız şeyleri gönüllü bir şekilde kabul etmeyi hatta talep etmeyi telkin ediyor.
UZAKTAN EĞITIM OKULUN YERINI ALIR MI?
Uzaktan eğitim aslında uzun yıllardır gündemimizde olan bir konu. Özellikle üniversiteler uzun süredir bu yöntemi kullanıyor. (Geçmişte yapılan mektupla eğitim, radyo ve TV’den yapılan dersler gibi öncül uygulamalar da bu yöntem içinde sayılabilir.) Kendi seyrinde yavaş yavaş gelişen bu uygulamalar, yaşadığımız olağan dışı problem ile birlikte yaygınlaşan bir eğitim yöntemine dönüştü. Eğitimin tüm kademeleri ve tüm tarafları uzaktan eğitimle hızlı ve güçlü bir şekilde tanışmış oldu. Yaşadığımız bu deneyimden birbirine zıt gibi görünen iki yargı çıktı:
-
Okulun yerini hiçbir şey tutamaz.
- Bu iş pekâlâ uzaktan da olabilir.
Birbirine zıt gibi görünen bu iki yargı da doğru ve farklı tecrübeleri ifade ediyor. Mesela öğrenci yaşlarının küçük olması nedeniyle anaokulu ve ilkokul kademesi için uzaktan eğitim fazladan zorluklar içeriyor. Ancak lise kademesi için bu, o kadar da zor değil. Ya da matematik dersi ile müzik dersi bu bağlamda aynı değil.
Anaokulu ve ilkokul kademelerinde uzaktan eğitim yüz yüze eğitime göre çok daha dezavantajlı görünürken kısmen ortaokul, lise ve üniversite kademeleri için sürdürülebilirliği potansiyel olarak mümkün gözüküyor. Elbette çözülmesi veya iyileştirilmesi gereken unsurların geliştirilmesi şartıyla.
Hibrit bir modele geçilmeli
Bu süreçte gördük ki akademik dersler uzaktan da pekâlâ yapılabilir. Hatta bilgiyi öğrenmek için okul bazen en iyi seçenek bile olmayabilir.
Ancak uygulama tarafına ve grup çalışmalarına gelince uzaktan eğitim bekleneni veremiyor. Özellikle alt yaş gruplarında gerekli olan oyunla öğrenme, akran öğrenmesi ve sosyalleşme ihtiyaçları için okul ve yüz yüze eğitim son derece önem kazanıyor.
Bunlardan yola çıkarak hibrit modeli gündeme almak daha mümkün görünüyor. Okul kademelerine, derslerin özelliklerine, kazanımların gerektirdiği uygulama ihtiyaçlarına göre uygun olanın tercih edileceği karma bir model ortaya çıkarılabilir. Bu süreçte yaşanan zorluklara rağmen uzaktan eğitimin bazı avantajları yaygın bir şekilde keşfedilmiş oldu. Kanımca uzaktan eğitim, payını giderek büyüten bir eğitim uygulaması olmayı sürdürecektir.
Odağımız değişmeli
Odağımızı kişinin nereden öğrendiğine değil, ne kadar öğrendiğine çevirecek bir değişikliğe gidilmelidir. Eskiden olduğu gibi bilgi erişilmez değil, sadece okulda elde edilen bir şey hiç değil. Kaldı ki dünyanın yaşadığı bu korkunç değişim hızı karşısında mevcut okul sisteminin gereken dinamizmi üretmesi mümkün de değil. Bu durumda eğitim sistemlerinin bilgiyi öğretmede tekel gibi davranmaktan vazgeçip eğitim sistemini, bireyin neyi bilip bilmediğinin sertifikasyonunu yapan bir modele doğru evirmek hayatın bu hızlı döngüsü karşısında daha dinamik bir seçenek oluşturabilir.
Özellikle alt yaş gruplarında gerekli olan oyunla öğrenme, akran öğrenmesi ve sosyalleşme ihtiyaçları için okul ve yüz yüze eğitim son derece önem kazanıyor.
Okul Yeniden düşünülmeli
Zaten genelde eğitim, özelde de okulun sadece ülkemizde değil, tüm dünyada krizde olduğu, yaygın bir değerlendirme. Geldiğimiz noktada, pandemiden bağımsız olarak da okul, üzerine tartışmamız gereken anlam ve fonksiyon kaybına uğramış sorunlu bir kurumdur. Değişimin baş döndürücü bir hıza eriştiği dünyamızda okul neredeyse hiç değişmeden Prusya modeli geliştiğinden bu yana aynı şekilde duruyor. İnsanları yaşayacakları hayata hazırlama iddiasında olan bir kurumun sabit kalması kendi başına yeterince ironik görünüyor. Bir birey zorunlu eğitimini tamamlayıncaya kadar bile dünyada güçlü birkaç değişim dalgası yaşanıyor. Tek başına bu olgu bile okulu yeni baştan ele almayı zorunlu kılıyor. Ancak eğitim alanında reform yapmak pek de kolay değil. Salgının yol açtığı bu kriz, güçlü bir reform için fırsat oluşturabilir.
Eğitim sistemlerinin bilgiyi öğretmede tekel gibi davranmaktan vazgeçip eğitim sistemini, bireyin neyi bilip bilmediğinin sertif ikasyonunu yapan bir modele doğru evirmek hayatın bu hızlı döngüsü karşısında daha dinamik bir seçenek oluşturabilir.
Okul Mimarisi değişmeli
Eğer eğitim-öğretimde hibrit modele geçilirse okul mimarisinin de buna göre şekillenmesi gerekecektir. Mevcut sınıf modelimiz okulun değişmediğinin kanıtı gibidir. Yüzyıl önce sınıfta çekilmiş bir fotoğrafla bugünkü bir sınıf fotoğrafını yan yana koyarsak makyaj mesabesindeki değişikliklerden fazlasını göremeyiz. Aynı mekân, aynı sıra dizilimi, aynı öğretmen ve tahta konumu vs. Her şey bu kadar hızlı değişirken okulun değişmeden kalması hayatın neden gerisinde kaldığını açıklamak için yeterlidir. Okulun öğrenmeden çok uygulama hatta üretim alanı olarak yapılandırılması, daha çok grup çalışmasına ve akran sosyalleşmesine fırsat sağlayacak şekilde mimarisinin yenilenmesi gerekiyor.
Eğitim – Öğretim ayrıştırılmalı
Eğitim-öğretim (talim-terbiye) kavramlarını bir arada kullanmak eski alışkanlığımız. Örgün eğitime ara verilip uzaktan eğitimle geçirdiğimiz dönemde “Öğretim bir şekilde yapıldı da eğitim ne olacak?” sorusu sıkça soruldu. Bu da üzerinde düşünmemiz gereken bir başlık. Bilgiye erişimin kolaylaştığı, öğrenmenin çok çeşitli kaynaklardan hatta ülke sınırlarının ötesinden temin etmenin mümkün olduğu günümüzde hâlâ eğitim ve öğretimi tümleşik iki kavram olarak görmeye devam etmek doğru mu? Müstakil bir şekilde ele alabilsek belki de eğitimi daha az ıskalarız. Böyle yapmaya karar verirsek anaokulu ve ilkokul, daha çok eğitim odaklı; lise ve üniversite ise öğrenme, uygulama ve üretim odaklı olmalıdır.
Ölçme Değerlendirme sistemi güncellenmeli
Uzaktan eğitimin hibrit bir şekilde bile olsa eğitim sisteminin aktif ve sürekli bir unsuru hâline gelebilmesi için bazı iyileştirmelerin yapılması gerekiyor. Bunların başında insan kaynağımızın adaptasyonu geliyor.
Ülkemizde 1 milyonu aşkın öğretmen var. Yeni bir uygulamaya geçmek, eğitimini aldıkları, alıştıkları yöntemden farklı bir icra yöntemine geçmek kabul edilmesi gereken bir zorluk. Mevcut yöntemin yanı sıra bu yeni yöntemlerde de işini iyi icra edecek becerileri kazanmak zorunda kalıyorlar. Tabiatıyla bu çok kolay olmayacaktır. Öğretmenlerimizin yaş ortalamasının küçük olması bir avantaj ise de bu yeni durum bu meslek sahiplerinin, işlerinin acemisi durumuna düşmesine yol açıyor. Bu konuyu ciddi bir şekilde ele almak ve adaptasyon için kararlı bir süreç yönetmek gerekecek.
Bahse değer başka bir problem alanı ise ölçme değerlendirme süreçleridir. Uzaktan eğitimin en önemli zorluğu, adı üstünde, uzaktan olmasıdır. Ödev kontrolü, sınav güvenliği, derse katılım gibi hususlar, öğretmen kanaatlerini ve verilen notların nesnelliğini tartışmalı hâle getirebilir. Bu alanın dikkatle ele alınması, zayıf noktalarına tedbirlerin üretilmesi sistemin selameti açısından elzemdir. Ölçme değerlendirme sisteminin uzaktan eğitimi içine alacak şekilde güncellenmesi artık kaçınılmaz bir durumdur.
Eğitime erişim hep süregelen bir sorun alanıydı. Uzaktan eğitim uygulamalarının yaygınlaşması, bu tartışmanın içerik değiştirerek gündem olmayı sürdüreceği anlamına geliyor. Öğretmen açığı, ikili eğitim, sınıf mevcudu gibi eğitim sorunu başlıklarına; internet altyapı yetersizliği, bilgisayar/tablet gibi cihazlara sahip olamayan öğrencilerin durumu gibi başlıklar eklenecek.
Uzaktan eğitim ile ilgili en esaslı sorunlardan biri de sınıf yönetimi meselesidir. Öğretmenlerin bir kısmının yüz yüze eğitim modelinde bile zorlandıkları sınıf yönetimi konusu, uzaktan eğitimde daha da çetrefilli sorun olmaya aday.
Sonuç yerine soru
Eğitim, ülkemizde bitmeyen tartışma konularının başında geliyor. Ama mevcut eğitim modelinde bilinen sorunlarımızı çözsek bile bu tartışma bitmeyecek. Çünkü var olan eğitim modeli bugünün dünyasının parametrelerinin ürünü değil. Ve tüm dünyada eğitimle ilgili bir krizin varlığından söz etmek mümkün. Sanayi toplumunun ihtiyaçlarına göre ve bilgi aktarımı yapmak üzere kurgulanmış bu model, bilgiye erişimin okuldan daha kestirme yolları olan günümüzde büyük fonksiyon kaybına uğramış durumda. Öğrencileri kendi yaşayacağı zamanın şartlarına kolayca adapte olabilecek bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlayan okul, dünyanın yaşadığı güçlü ve hızlı değişim dalgalarının gerisinde kalıyor. Çözüm üretmek zorunda olduğumuz sorun bu.
Ve bu sorun ancak okulu yeniden kurarak çözebileceğimiz bir sorun. Mevcut okul sistemine makyaj benzeri müdahaleler, ölüyü pudralamaya benziyor. Bu ise kazandırmaktan çok zaman kaybetmemize, oyalanmamıza yol açıyor. Salgın nedeniyle yaşanan kriz ve yaşadığımız uzaktan eğitim tecrübesi eğitim ile ilgili köklü bir çözüm arayışına dönüşebilir. Zor bir iş bu, hem de bir veya birkaç kişinin aklı ve gayretiyle kolayca çözümlenemeyecek kadar zor. Ancak cesur adımlara ihtiyacımız var. İşe şu soruyu sorarak başlayabiliriz.
Ne yapacağız da verdiğimiz eğitim, yetiştirdiğimiz bireylerin korkunç bir hızla gelen bu değişim dalgalarının birer nesnesi değil de öznesi olmalarına katkı sağlayacak?
Anaokulu ve ilkokul, daha çok eğitim odaklı; lise ve üniversite ise öğrenme, uygulama ve üretim odaklı olmalıdır.