Dayanıklı Toplum: Toplumun Kendini İnşa Kapasitesini Artırmak
Doç. Dr. Lütfi SUNAR
Günümüzde yaşadığımız salgınlar ve afetler insanların doğa üzerinde zannettikleri kadar belirleyici bir etkiye sahip olmadıklarını göstermektedir. İnsanlığın belleğinde bu tür yıkımları atlatabilmek için bir dayanışma gerektiği fikri mevcuttur ve bu fikir insanların birlikteliğinin zeminini teşkil eder. Toplum belki de bu sebeple insanların sığındığı muhkem bir kale niteliğindedir. Öte yandan bu tür büyük sorunlara çare arayan insanların arasındaki etkileşim artmakta ve bir karşılıklı öğrenme imkânı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla rutinlerin koruyucu çeperi altında sürekli ötelenen büyük ve önemli değişimleri gerçekleştirmek için bir değişim fırsatı da oluşmaktadır.
İçinden geçmekte olduğumuz sıkıntılı zamanlarda bir taraftan bütün dünyadaki tecrübe ve birikimin bu sürece yansıtılmasının gereği görülürken bir taraftan da sosyal nedenlere duyarlı bir bilgi ve araştırma zemininin önemi daha fazla açığa çıkmış durumda. Sosyal bilimler, sorun-bağlam-çözüm ilişkisinin anlaşılmasını sağlayarak bu salgın sürecinin daha hızlı atlatılmasına, sosyal yapıların daha az hasar görmesine ve sonrasında yenilenmesine zemin teşkil edebilir.
İnsanlığın belleğinde büyük yıkımları atlatabilmek için bir dayanışma gerektiği fikri mevcuttur ve bu fikir insanların birlikteliğinin zeminini teşkil eder.
YÜKSELEN TEKNIKALIZME DIRENMEK
Günümüzde toplumsal sorunları vaktinde tespit ve müdahale için teknoloji yaygın bir biçimde kullanılıyor. Etrafımız özel ve kamusal kamera ağları ve sensörler ile donatılmış durumda. Küresel salgın sonrasında ise bu denetim ve gözetim aygıtlarının daha fazla yaygınlaşacağına dair yönelimler şimdiden kendisini gösterdi. İnsan hayatının her anının kontrol edildiği bir toplum modeli, muhtemelen bu tür salgınları ve krizleri daha iyi yönetebilmek adına bundan sonra peyderpey gündeme gelecek. Muhtemelen bundan sonra sağlık ve güvenlik teknolojilerinin propagandasına daha fazla maruz kalacağız. Sosyal bağlamı ve kültürel zemini ihmal eden “uzmanların” talebi ve teknolojinin zorlamasıyla gittikçe daha fazla kontrol merkezli bir dünyanın doğuşuna şahitlik edeceğiz.
Hiç şüphesiz böyle bir imkan ortaya çıkarsa bu herkesin eşit bir biçimde erişebileceği bir kontrol fırsatı oluşturmayacaktır. Aslında gücün ve kontrolün merkezileştiği bir toplumun neye benzediğini geçmişte Sovyetler Birliği, günümüzde de Kuzey Kore ve Çin gösteriyor. Böyle bir toplum, plütorkların toplumu, kendi emelleri doğrultusunda ele geçirdiği bir tasarıma sahip olabilir. Bu tasarımın en temel hammaddesi de insanların zaafları ve korkuları olmaktadır.
Bir benzeri ters ütopyalarda veya fantastik filmlerde karşımıza çıkan güç sahiplerinin toplumu kendi emelleri doğrultusunda kontrol etmeleri anlamına gelebilecek olan böylesi bir teknolojik gücün ve kontrolün maliyeti salgından daha büyük olacaktır. Çünkü bu kontrol toplumdaki eşitsizlikleri derinleştireceği gibi aynı zamanda toplumsal yapının daha az insani hale gelmesine, toplum hayatının temeli olan değerlerin aşınmasına neden olacaktır.
İnsan hayatının her anının kontrol edildiği bir toplum modeli, muhtemelen salgınları ve krizleri daha iyi yönetebilmek adına bundan sonra peyderpey gündeme gelecek.
Dayanıklı Toplumun İnşası
Teknik kontrol ve takip sistemlerinin en önemli panzehiri toplumun tabii şekilde kendisini inşa etme kapasitesinin güçlendirilmesidir. Bunun için mevcut sorunları takip ederek bazı değişikliklerin yapılması gerekiyor. Aşağıda bu kapasiteyi güçlendirmek için nelerin yapılması gerektiğini ve farklı disiplinlerin buna nasıl katkı vereceğini maddeler halinde ele alalım:
- Salgın ve kriz yönetimlerinde şeffaflığın ve kamuoyu yönetiminin önemini bir kez daha gördük. Dolayısıyla bütün kurumların kamuoyu tepkilerini sürekli olarak izlemesi ve kriz anlarında sosyal iletişim imkanlarını ciddi bir biçimde kullanmaları gerektiğini görüyoruz. Bu anlamda siyasal iletişim ve sosyal psikolojinin araçlarının daha yapıcı bir şekilde kullanılması faydalı olacaktır.
- Salgın sonrasında oluşacak mesafelerin ve ilişki sorunlarının giderilmesi gerekiyor. Aslında bu süreç bize kamu yönetimi dilinin toplumsal sorunları bir panik ve travma oluşturmadan yönetmesi bakımından çok büyük bir ders veriyor. Bu dersi salgın sonrası korku ve belirsizliği yönetmek üzere de kullanmalıyız. İlerleyen zamanlarda süreçte ortaya çıkan iş birliği ve dayanışma ihtiyacı çerçevesinde sosyal hayatın rehabilitasyonu yönünde tedbirler alınması elzem. Bu anlamda sosyolojinin, sosyal hizmetlerin ve rehberlik çalışmalarının
birikimini kullanmalıyız. - Bu süreçte iş ve çalışma piyasalarının kriz zamanlarında desteklenmesi için fon kaynaklarının hızlıca devreye alınabilmesinin önemini gördük. Dolayısıyla hükümetlerin toplanan vergilerin bir kısmıyla bu tür afet, kriz ve çöküntü anlarında hızlı ve etkili bir müdahaleye imkan verecek şekilde fonlar oluşturması gerekiyor. Bankacılık sektöründeki mevduat sigortası gibi her sektörü gerektiğinde destekleyecek garanti fonları kurulmalıdır. Ayrıca uzun zamandır tartışılan sosyal adalet temelli alternatif sosyal fonların da uygulanmasının zamanı gelmiştir.
- Artık büyük oranda kentleşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Özellikle kalabalık metropollerde insanların hareketliliklerini temin etmek; işlerine, kamusal hizmetlere erişimlerini sağlamak önemli bir sorumluluk olarak karşımıza çıkıyor. Salgın gibi kamusal yaşamı geniş ölçekte sekteye uğratan bir durumda kentsel altyapıların sürdürülmesi ciddi bir sorundur. Bu sebeple kent büyüklüklerinin bir daha gözden geçirilmesi, iş ve çalışma alanları ile yerleşim alanlarının dengesinin sağlanması, kentsel altyapının kriz zamanlarını hesaba katarak geliştirilmesi gerekiyor. Kent tasarımlarından yol dizaynlarına, sağlık hizmetlerinden kentsel gıda tedarikine kadar çok çeşitli alanlarda salgın ve benzeri süreçlere hazırlık yapılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Koronavirüs salgını bu açıdan aslında önümüzdeki yıllarda gerçekleşecek daha büyük çaplı muhtemel durumlara bir hazırlık bakımından ciddi bir tatbikat imkânı veriyor. Daha küçük ve idare edilebilir kentlere olan ihtiyaç bir kez daha ortaya çıktı. Şehir planlaması alanında bu yöndeki çabaların desteklenmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir.
- Gıda tedarik sistemleri ve kıtlığın yönetiminin ne kadar önemli olduğunu, küresel tedarik zincirlerinin dayanıksızlığını ve aynı zamanda dağıtım sürecinin yönetiminin önemini bir kez daha görmüş bulunmaktayız. Gıda güvenliği ve güvenli gıdaya erişim sorunlarının çok acilen yönetilmesi gerekmektedir.
- Kültürel bağlama ve sosyoekonomik arka plana özgü sağlık talebi ve davranışlarını anlamanın ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Bu anlamda ülkemizde yürütülen çalışmaların epey ilerlediğini biliyoruz. Ancak bu çalışmaların toplanması ve birleştirilmesi, genel sonuçlarının belirlenmesi hususunda çalışmaların yürütülmesi ihtiyacı bir kez daha ortaya çıkıyor. Zira yapılan araştırmalar önemli hususlarda ittifak etse de bu araştırmaların sonuçlarının uygulamaya aktarılmasında sorunların bir türlü aşılamadığını görüyoruz. Bunun arkasında pek çok alanda olduğu gibi bu araştırmaların sonuçlarının derlenmemiş olması da yatmaktadır. Özellikle halk sağlığı araştırmaları ile sağlık sistemi arasındaki bağlantının tesis edilmesi ihtiyacı açıkça ortaya çıkmıştır.
- Farklı bağlamlarda karantinaya alma, seyahat kısıtlamaları, sosyal kısıtlamaların etkisi ve yönetimi hususu pek çok açıdan yeni bir durumdur. Bu durumun yönetilmesi konusunda araştırma ve uygulama çalışmalarının çoğaltılması gerekecektir.
- Süreçlere halkın ve sivil katılımın sağlanması hususunda mekanizma eksikliği göze çarpmaktadır. Bu anlamda özelikle belirli tecrübeleri yoğunlaşmış kuruluşların süreçlere katılımı bir güven ve tecrübe çeşitliliği oluşturacaktır. Mesela bu süreçte, sahada kriz yönetme deneyimi olan yardım ve arama kurtarma kuruluşlarının tecrübelerinden istifade edilebilirdi. Benzer şekilde farklı kesimlerden kamuoyu etkisi olan kişilerin de süreçlere katılımı halkın karar ve uygulamalara olan güvenini artırması bakımından önemli olacaktır. Bu tecrübeden hareketle bu tür katılım ve katkı alanlarının belirlenmesi ve şekillendirilmesinin önemini bir kez daha görmüş bulunmaktayız.
- En önemlisi de bu süreçte bilgiye dayalı karar destek sistemlerinin ne kadar önemli olduğunu gördük. Onlarca yıldır oluşan bilgi ve tecrübelerin pratiğe aktarılmasındaki sorunları yaşamaya devam ediyoruz. Bu tür kriz anlarında sanki bazı hususlarda bilgi birikimi oluşmamış gibi acele ve düşünülmemiş kararların alındığını ve uygulamaların biriken bilgi ve tecrübeyi pek de dikkate almadığını gördük. Oysa pek çok hususta özel sektörün, üniversitelerin ve sivil kuruluşların çok ciddi bir uygulama ve yönetme tecrübesi bulunuyor. Bu tür süreçlerde ne kadar bilgiye dayalı kararlar alınır ise o kadar isabetli sonuçlar elde edilecektir. Bu sebeple kamusal bilgi toplama sistemlerini, veri tabanlarının ve geniş çaplı sistematik ve sürekli analiz çalışmalarının başlatılması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Sahada kriz yönetme deneyimi olan yardım ve arama kurtarma kuruluşlarının tecrübelerinden istifade edilebilirdi.
Daha pek çok husus ve ihtiyaç listelenebilir. Ama nihayetinde bu anlamda sosyal bilim araştırmalarının seferber edilmesinin Koronavirüs salgınının sosyal, siyasi ve iktisadi dinamiklerini daha iyi anlamaya yönelik somut katkılarda bulunacağını umuyoruz. Sosyal ve kültürel kaynaklar üzerine inşa edilen bu seferberlik, sorunu çözerken başka sorunların ortaya çıkmasını da engelleyecektir.
Dayanıklı toplum farklı unsurları birbirine raptolmuş, grupların birbirinden kopuk olmadığı ve eşitsizliklerin azaltıldığı bir toplumdur. Dayanıklı bir toplumda sosyal mesafeler genişlemez daralır. Kamusal imkanlara ulaşımın artırıldığı ve insanların kendilerini güvende hissettikleri toplumsal modeller daha dayanıklıdır. Bunun için toplumun kendisini inşa etme ve onarma kapasitesine ihtiyaç duymaktayız. Kamusal uygulamalar bu imkanı açığa çıkarmak ve beslemek için gerekli alanı oluşturmalıdır.