“Şehrin Ahşap Zamanı”ndan Bir Adam ve Üç Kitap
Tekin ŞENER
Şehirlerimizin yerlileri nereye çekildi? Tavrıyla, duruşuyla, yürüyüşüyle, konuşmasıyla ve hafızasıyla bir şehri temsil eden; kıyafetinde ve yaşayışında, ait olduğu şehrin medeni birikiminden süzülmüş incelikleri taşıyan o insanlar hangi beldede yaşıyor şimdi? Köklerinin bulunduğu kentlerin yeni sâkinlerinin enerjik ve gamsız işgalleri karşısında kendi âlemlerine mi çekildiler? Yoksa âşinası ve sürdürücüsü oldukları kadim şehir kültürünü taşımanın giderek ağırlaşan maliyetine katlanamayıp yeni cevval sınıflara mı dâhil oldular? İster bir köşede olanı biteni seyrededursunlar, ister vârisi oldukları şehirli değerlere sırt çevirsinler, onların sırra kadem basmaları şehirlerimizi sahipsiz ve kimliksiz bıraktı.
İşte kendi âlemine çekilip şehrinin başına gelenleri oradan hüzünle seyreden, geçmiş zamana ait renkleri, sesleri, hatıraları hafızasında yaşatarak teselli bulan yerlilerden birisiyle tanışmak bana nasip oldu. Yetmişini aşmıştı tanıştığımızda. Bilgisi, konuşması, kıyafeti ve nezaketiyle; görende, “işte gerçek bir beyefendi” izlenimi uyandırıyordu. Tanışıklığımız ilerledikçe bu beyefendi karakterin, derinlere uzanan sağlam bir şehirli kimliğin tezahürü olduğunu anladım. Ömrü çalışmayla geçmiş; Sivas’ın son dülgerlerinden olan babasının yanında pek çok ahşap evin yapımında ve tamirinde keser sallamış. Sanat Okulu’nu bitirir bitirmez TCDD Sivas Cer Atölyesi’ne işçi yazılmış. Otuz küsur yıl çalıştıktan sonra ellili yaşlarında emekli olmuş. O kadar mütevazı ve çekingen duruşunun altında, bir şehrin yarım asırlık geçmişine ve muhtelif hallerine şahitliğinin ağırlığı duruyordu. Şaşırtan bir hafıza, imrendiren bir dikkat, utandıran bir nezaket ve hayran bırakan üslûp… Tüm bunları şahsiyetinde birleştiren emekli bir işçiydi Kadir Üredi.
Sivas onun için hasbelkader yaşadığı bir yer değil, var oluşunun yoğrulduğu bir hayat sahasıydı. Kendisiyle tanıştığım ilk zamanlarda, bir kişinin bir şehirle bu kadar özdeşleşmesine hayret ettiğimi hatırlıyorum. Karış karış bildiği sokakları tekrar tekrar arşınlamak, onun ciddi rutinlerinden biriydi. Arada bir ona eşlik ettiğim bu yürüyüşlerde birkaç adımda bir durup o yerin eski sâkinlerini, o mekânın kısa hikâyesini anlatır ve ayaküstü bir brifing verirdi. Sivas’ın evleri, insanları, sokakları, mahalleleri, adetleri onun varlığının devamıydı sanki. Sevgiyle, rikkatle ve ihtimamla bağlandığı bu şehrin, avuçlarının içinden kayan gençliği gibi usulca kaybolmasını, yerini kişiliksiz bir bina ve insan yığınının almasını kederle izlerdi.
Sevgiyle, rikkatle ve ihtimamla bağlandığı bu şehrin, avuçlarının içinden kayan gençliği gibi usulca kaybolmasını, yerini kişiliksiz bir bina ve insan yığınının almasını kederle izlerdi.
Onun dikkatinden kaçmayan ve hafızasına nakşolunan izlenimleri, bilgileri kayda geçirme düşüncesi, tanışıklığımızın ilk günlerinden itibaren bende yer etmişti. Sivas’ın şehir kültürünü yansıtacak bir dergi planlıyorduk ve Kadir Amca hem yazılarıyla hem de görgüsü ve bilgisiyle bu derginin aslî bir unsuru olmalıydı. Hayat Ağacı adını alan dergi yayın hayatına 2005 yılında başladı ve Kadir Üredi, birikimiyle dergiye büyük güç kattı. O, bir neslin bizdeki temsilcisiydi; 2000’li yılların ortalarında yaşı 60’ı aşmış, Sivas’ın yerlileri diyebileceğimiz bir neslin olanca malûmatı, hatırası, görsel malzemesi Kadir Amca kanalıyla dergiye taşındı. Bize anlattıklarını yazması konusunda onu teşvik edelim derken gördük ki o zaten yazıyormuş. Emekli olduktan sonra vaktinin mühimce bir kısmını, artık hatıralarda kalan eski şehri anlatan metinler kaleme alarak geçiriyormuş. Bir yerde neşrolunsunlar diye değil, yazarını bir nebze olsun rahatlattığı için kaleme alınmış yazılardı bunlar. Yazma eylemi merhum için başlı başına bir vecd ve terapiydi. Kalemindeki üslûp yaşayışındaki üslûbun bir yansımasıydı. Bunu fark edecek kadar onu yakından tanıdım. Bu eski metinlerle Hayat Ağacı için yazılan metinleri bir araya getirerek, “Bir Şehrin Beş Hali” adlı kitabını, dostum M. Ali Erdoğan’la birlikte yayına hazırladık. 2006 yılının Kasım ayında, Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan Bir Şehrin Beş Hali, aynı yıl TYB’nin, yılın şehir kitabı ödülüne lâyık görüldü. 73 yaşına kadar emekli bir işçiydi. Bir anda ödüllü bir yazar oldu. Fakat onun değer dünyasında, ün ve nam sahibi olmanın yeri yoktu. Kitaptan dolayı gördüğü itibarın, onu memnun etmektense tedirgin ettiğinin şahidiyim. “Bunlar bizimle birlikte yok olup gitmesin”in derdindeydi sadece. Sıradan bir emekli iken, yetmişinden sonra belli bir çevrede de olsa tanınan bir yazar olmak ne kadar az rastlanan bir durumsa, Kadir Üredi’nin bu vaziyet karşısındaki mahcubiyetle karışık çekingen tutumu da o derece istisnaiydi.
Bize bir şehrin kapılarını açtı. Yalnızca geçmiş zamandan bugüne taşıdıklarıyla değil, hâlen yaşayan fakat bizim asla farkına varamayacağımız şahsiyetleri, zevkleri, ücrâda bir yerlerde sürdürülen gelenekleri bize tanıttı. Mâzi ile hâlin karıştığı mekânları gösterdi. Şehrin, zamanın tamamen sildiği yüzüne bir tül çekti de sanki biz ona bakarak eski şehre dair; solmuş renkler, belli belirsiz çehreler ve heba edilmiş kıymetler gördük. Bir Şehrin Beş Hali’ne de bunlar aksetti. O kitapta anlatılan bir eski zaman şehri idi; umulmadık zamanlarda, umulmadık yerlerde kendini, bakabilen gözlere gösteren kadim Sivas.
Şehrin kapılarından sonra “ev”in de kapıları açıldı. Ahşap, taş, çamur, kireç ve sair malzemenin, nesilden nesile aktarılan bir medenî tecrübeyle yoğrulmasından oluşan Sivas evine, Kadir Amca’nın rehberliğinde girdik. O evlerde şekillenen hayat tarzı, evlerle birlikte çoktan mâziye gömüldü. Artık geçmiş zaman kipiyle anlatılan bir hatıralar yığını haline geldi. Bir mimari teknikle birlikte bir yaşama anlayışı ve yaşama biçimi de, 40 – 50 yıl içerisinde yok oldu gitti. Kadir Üredi o evlerde doğan ve yetişen bir yerlidir ve o evlerin son ustalarından birisi olan Kara Şükrü’nün oğludur. Uzun sohbetlerimizde, geleneksel ev mimarisine dair, görgüyü çok aşan teknik ve tecrübi bilgiye sahip olduğunu gördük. Eski Sivas evlerini anlatan bir kitap yazması konusunda kendisini teşvik ettik. Sivas’ta, sayıları iki elin parmaklarını geçmeyen ahşap konaklardan bazıları o yıllarda restore ediliyordu. Kadir Amca bu restorasyonlardaki hataları bir bir gösterip; “Göreceksiniz, iki seneye kalmaz bunların duvarlarında çatlaklar oluşur” nev’inden cümlelerle kanaatlerini belirtiyordu. Ne yazık ki haklı çıktı. Ahşap mimari dokuya sahip çıkma iradesi nihayet belirmişti ama ahşap mimarinin geleneksel teknikleri ve bilgisi unutulmuştu. Kadir Amca’nın bu alandaki bilgisi ve tecrübesi bu yüzden büyük önem taşıyordu ve muhakkak kayda geçirilmeliydi, şükürler olsun geçti. Kadir Amca’nın ahşap mimariye dair tuttuğu notları, oluşturduğu metinleri toparlayarak, “Şehrin Ahşap Zamanı” adlı kitabı da M. Ali Erdoğan’la birlikte yayına hazırladık.
Sivas dedim… Sivas konakları dedim… Bir zamanların zevklerinin, mutluluklarının, gülümseyişlerinin, çizgilerini taşıyan konaklar dedim... Görünmez bir buyruğun tevekkülü ile bir şiir âhenginde; ağacı, taşı, toprağı, demiri işleyip, devrinin sanat zevkini çözülmez bir muammaya dönüştürürken, yaptığı işi ibadet sayan ustalar dedim… Konakların yapılış tarzını, malzeme taşıyan elleri, evlerin içini ve dışını bir gelin gibi süsleyip sanatını konuşturan mütevazı ustaların ibadet huşûu ile çalıştıkları zamanı yeniden yaşamak, geçmişin sesini dinlemek için mâzi kapısından geçip o günlere son bir yolculuk yapalım dedim…”
2009’da Ötüken Neşriyat’tan çıkan kitap 120 sayfa. İlk bölümde, zamanının müteahhidi diyebileceğimiz dülgerle evi yaptıracak kişinin anlaşmasından başlayarak tüm inşaat safhaları hikâye ediliyor. Bu bölümü okurken, diyelim ki 60 yıl evvelin ustalarıyla beraber bir ahşap konağı, temelinden bahçe kapısına kadar yapıp sahibine teslim ettiğinizi hayal edebilir, işin pek çok püf noktasını ve teknik detayını öğrenebilirsiniz. İlk bölümde okurun gözünde bir sahne canlanıyor. O sahnede, bir ev inşâ etmek için bir araya gelen birçok meslek erbabının sanatlı ve çileli çalışmaları izlenebiliyor. İkinci bölümde, geleneksel bir Sivas evinin yapımında kullanılan malzemeleri ve onları kullanan son ustaları tanıyoruz. Ahşap, kireç, taş, çamur, demir… Bunların tedariki, işlenmesi ve son ustaları ikinci bölümün konusunu oluşturuyor. Ayrıca mesleklerinin Sivas’taki son temsilcileri olan; dülgerler, çekemler, çilingirler, demirciler, marangozlar, kireç ve taş ustaları vs. kısa hayat hikâyeleriyle tanıtılıyor. Ev Serme başlıklı üçüncü bölümde ise, eski bir Sivas evinin tefrişatı bütün incelikleriyle anlatılıyor. Evin farklı işlevlere tahsis dilen kısımları, odaların tanzimi, hangi eşyanın nerede ve hangi düzenle yer aldığı bu bölümde tasvir ediliyor. Okuru, tipik bir Sivas evinde gezdiren, âdetâ o evlerdeki yaşantıyı canlandıran bu bölüm, folklor araştırmacıları için de eşsiz bir kaynak metin niteliğindedir. Geçmiş zamanın zevklerine, zaruretlerine ve aile yaşantısına dair resimler, kitabın üçüncü bölümünde geçit hâlinde. Dördüncü bölümde ise günümüze birkaç numunesi kalmış bazı Sivas konaklarından özel olarak bahsediliyor. İçinde yaşayan insanlar gibi şahsiyetleri ve üslûpları olan bu yapılara dair anlatılagelen efsaneler, o konakların başına gelenler veya mimari özellikleri gibi konular dördüncü bölümde yer alıyor. Kitap, son çeyrek asra kadar Sivas’ta ayakta duran konaklardan, Kadir Üredi’nin derlediği bir liste ile sona eriyor.
Şehrin ahşap zamanı geçmiş zamandır; bütün üslûbu, hatıraları ve zevkleriyle geride kaldı.
Şehrin ahşap zamanı geçmiş zamandır. Bütün üslûbu, hatıraları ve zevkleriyle geride kaldı. Şimdi ne yazık ki, şehrin beton zamanını yaşıyoruz ve bütün işgalciliği, katılığı ve soğukluğu ile beton hayatımızı kaplamış vaziyette. Peki ya gelecek?.. Gelecekte nasıl zamanlarda yaşayacağız? Kadir Üredi’ye, Şehrin Ahşap Zamanı’nı yazdıran, geleceğe dâir iyimserliği ve hiç kaybetmediği ümidiydi. Öyle ümit etmişti ki, Şehrin Ahşap Zamanı’nda kayda geçen bilgi ve çizilen şehir resmi; gelecekte kendi güzel şehirlerini kuracak nesillerin işine yarayacaktır. Bu ümitle yazmaya devam etti.
Şehrin muhtelif hâlerini anlattı; sokağı, insanı, mevsimi, geçimi, mekânları, devirleri resmetti. Üçüncü kitabı, “Sivas’ımı Sıtkınan Sevdim” Kitabevi Yayınları tarafından 2016’da yayınlandı. Kitap çıktığında konuşma melekesini kaybetmiş ve yarı mefluç vaziyetteydi. Güzel bir imza programı hazırladık. Son defa okurlarının ve dostlarının karşısına o gün çıktı. 2018’in Hıdrellez’inde (6 Mayıs) dünyaya gözlerini yumdu. Türkçe şehir kitaplığına birbirinden değerli üç kitap bıraktı arkasında. Üç kitabı da Mehmet Ali Erdoğan’la birlikte yayına hazırlamanın iftiharı kaldı bende de. Bir de o metinlerin tohumunun atıldığı uzun sohbetlerimizin, şehir gezmelerimizin hatırası.