İdlib Bizim Neyimiz Olur?
Doç. Dr. Ebubekir CEYLAN
Meşhur tarihçi Roderic H. Davison “Ortadoğu Neresidir” başlıklı makalesinde uluslararası krizlerin coğrafyayı tanıtan en önemli öğreticilerden birisi olduğunu söyler. Bu önermenin en net tezahürünü herhalde son yıllarda Türkiye’nin sınır bölgelerinde yaşıyoruz. Suriye’deki insanlık krizi nedeniyle Cerablus, El-Azez, Münbiç, Dabık, El-Bab ve İdlib gibi şehirler hepimizin gündemine girdi. Belki de bu şehir isimlerinden bize en tanıdık geleni Yavuz Sultan Selim’in Memlüklerle karşılaştığı yer olan Mercidabık’tır. Bir zamanlar Misâk-ı Millî sınırları içerisinde yer alan bu şehirler, ulus devlet anlayışının empoze ettiği tarih yazımının etkisiyle maalesef unutulmuş durumdadır. İdlib’in hemen yanında yer alan Halep şehri Osmanlı Devleti’nin Arap coğrafyasındaki en önemli şehirlerinden biriydi. Bu bölgenin, güneyindeki Şam’dan ziyade Anadolu ile daha sıkı sosyal ve ekonomik bağlara sahip olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Bunun en önemli göstergesi fetihten hemen sonra İdlib’in de içinde yer aldığı bölgede timar sisteminin uygulanmasıdır. Bir bölgede timar sistemi uygulanıyorsa, orası Osmanlı Devleti’nin merkezi idaresinin hâkim olduğu bir coğrafyadır. Bu bakımdan İdlib ve Halep şehirleri, Musul ile birlikte Doğu-Batı eksenli kara ticaretinin önemli bir şehri olmuştur ve Anadolu ekonomi-politiğinin bir parçasıdır.
Aslında bir tarihçi/akademisyen olarak yolumu Suriye’ye düşürmeyi çok arzulamışımdır. Öğrencilerimizle Osmanlı coğrafyasındaki birçok ülkeyi görme imkanına geçmişte sahip olmuştum ama Hama, Humus, Halep ve Şam’ı savaştan önce göremediğim için her zaman çok hayıflanmışımdır. Belki bu yazıyı bir gezi yazısı formatında yazmak daha güzel olabilirdi ama bir dramı anlatmak ve onu bir nebze olsun gündeme taşıyabilmenin de önemli olduğunu düşünüyorum. İdlib’teki insanlık dramını yerinde görmek ve biraz olsun gündemin ön sıralarına alabilmek adına İHH ve TÜRDEB’in güzel bir iş birliği oldu. İlki 4-6 Mart tarihlerinde, ikincisi 9-10 Nisan’da olmak üzere dergi yazarları, editörleri, yayın yönetmenleri ve kültür-sanat insanlarından oluşan yaklaşık 40 kişilik grup İdlib’teki çadır yerleşkelerini ve yetim kamplarını ziyaret etti. Cihannüma Dergi’yi temsilen bizim de katıldığımız bu ziyaret birçok açıdan öğretici oldu. Aslında bu ziyaret, Çanakkale Savaşında, savaşı dünyaya duyurabilmek için cepheyi ziyaret eden edebî heyeti hatırlatıyor bizlere. Birinci Dünya Savaşının en önemli cephesi olan Çanakkale’de yaşananları dönemin entelektüelleri aracılığıyla gündeme taşınmak istenmişti. İHH ve TÜRDEB iş birliğiyle gerçekleşen bu ziyaret sadece İdlib’teki mevcut durumun ayne’l-yakîn anlaşılması bakımından değil, aynı zamanda İHH’nın yapmış olduğu yardımların boyutunu anlamak adına da oldukça öğretici oldu.
İki günlük ziyaretimiz için öncelikle Hatay Reyhanlı’da bulunan bir eğitim köyüne varıyoruz. Burası Cilvegöz sınır kapısına oldukça yakın bir yer. Başta Katar olmak üzere birçok STK’nın maddi destekleriyle kurulan ve İHH ve MEB’in büyük bir eğitim köyüne dönüştürdüğü bu yer bugün uluslararası İmam Hatip Okulu olarak farklı ülkelerden yetim öğrencilerin okuduğu bir eğitim yuvası. Fiziki şartlarının oldukça iyi olduğu bu eğitim köyü adeta bir proje okulu. Yaklaşık 100 dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş olan bu eğitim köyü, robotik sınıflarından, güzel sanat atölyelerine, hafızlık biriminden zengin kütüphanesine kadar oldukça yetkin birimlere ve 16 kişilik villalardan oluşan çok iyi barınma/yurt imkanlarına sahip. Sadece yetim öğrencilerin kabul edildiği bu okulda 800 kadar yetim eğitim alıyor ve bu sene sonunda 30 kadar mezun vermesi bekleniyor. Din Öğretimi Genel Müdürlüğünün de desteklediği projede yetim öğrenciler üniversite mezuniyetlerine kadar destekleniyorlar. Aslında Reyhanlı’daki bu yetim eğitim köyü İHH’nın eğitim alanındaki tek çalışması değil, Azez’de kurmuş olduğu Uluslararası Şam Üniversitesini de unutmamak gerek. Şüphesiz bu eğitim kurumları yurtlarından edilmiş Suriyelilerin eğitimlerinin kesintiye uğramaması için oldukça büyük önem taşıyor.
Reyhanlı’nın adını belki de çoğumuz 2013 yılındaki patlama ile duymuştuk. Bugün bu kasaba İdlib’e yapılan yardımlar için çok önemli bir lojistik merkezi haline gelmiş durumda. İHH’nın Reyhanlı’da çok büyük bir lojistik merkezi bulunuyor, ancak bunun yanı sıra adeta bir fabrikayı anımsatan terzihanesi ve günde yaklaşık 300.000 ekmek üretme kapasitesine sahip büyük bir fırını da bulunmakta. Bu terzihanede üretilen giysilerin dağıtıldığı 15 dükkân bulunuyor İdlib’te. Terzihanede çalışan kadınların yetim annelerinden oluşuyor olması da işin başka güzel bir tarafı. Aslında bu ziyaret, Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın işaretiyle 1990’lı yıllarda kurulan ve insani yardım konusunda en önemli uluslararası sivil örgütlerden biri olan İHH’nın, Türkiye’nin yüz akı STK’larından birisi olduğunu bir kez daha bizlere göstermiş oldu. Konakladığımız eğitim köyünden sabah hareket ediyor, Cilvegöz sınırını geçiyor ve İdlib’te çadır kentleri ziyaret edip akşam tekrar Reyhanlı’ya geri dönüyoruz.
İdlib’teki vaziyeti iyi anlayabilmek için belki de Astana Mutabakatını hatırlamak gerekir. Astana Mutabakatında İdlib’in de içinde yer aldığı ve Lazkiye, Hama, Humus, Doğu Guta, Der’a, Kuneytıra gibi vilayetlerin belirli bölgelerini içeren 4 güvenli çatışmasızlık bölgesi belirlenmişti. Bugün bu bölgelerin 3 tanesi Suriye rejiminin kontrolüne geçmiş durumda, İdlib’in yarısında da rejim unsurlarının hakimiyetinde olduğu söylenebilir. Hal böyle olunca, İdlib’teki mültecilerin Türkiye sınırına yakın bölgelerde 80km x 60km bir alana sıkıştığı görülmektedir. Ziyaretimizde bize mihmandarlık eden arkadaşların ifadelerine göre bugün itibariyle bu bölgede 4 milyondan fazla insan derme çatma çadırlar içerisinde yaşamaktadır. İdlib merkezindeki binaların önemli bir kısmı savaş ve çatışmalar sebebiyle oturulmayacak durumda. Şehir merkezinde savaşın izleri hala canlı. Bombaların yıktığı evler savaşın acı yüzünü gözler önüne seriyor. Şehir merkezinde evlerinde artık barınma imkânı olmayan milyonlarca insanın çadır kentlerde çok kötü şartlarda soğuk kış koşullarını geçirmeleri 21. yüzyıldaki insanlığın ayıplarındandır. Su ve tuvalet gibi en temel yaşam ihtiyaçlarının bile çok sınırlı olduğu bu çadır kentlerde çok büyük dram hikayelerini dinlemek mümkün. İdlib tam anlamıyla bir çadır şehre ve bir yetim şehrine dönüşmüş durumda.
İdlib’te birçok çadır yerleşkesini ziyaret etme imkânımız oldu. Bunlardan birisi de İHH’nin işlettiği Şam yetimhanesiydi. Bu yetimhanede anne ve çocuklardan oluşan yaklaşık 200 aile kalıyor. Yetimhanenin içinde çocukların eğitim aldığı bir okul da var. Penceresi olmayan ya da sadece tavandan küçük bir ışık alan odalarda eğitim alıyor çocuklar, eğer buna eğitim diyebilirsek. Kitapları İdlib yönetimi temin ediyor. Esed rejiminin propagandasına maruz kalmamak için bir ara ders kitaplarını Libya’dan temin etmişler.
Büyük bir çadır şehre dönüşen İdlib’teki yetim muhacirler kendilerine destek olacak ensar yürekli insanları arıyor.
Bölgedeki en büyük kamplardan birisi yaklaşık yüz bin kişinin barınmaya çalıştığı Kerame çadır kampı. Yüksek bir tepeye çıkıp etrafı izliyoruz. Gözün görebildiği kadar geniş bir alanda çadırlar görünüyor. Türkiye sınırını gözle görmek mümkün. Sınırın hemen yanı başında yüz bin kişilik bir çadır kenti… Suriye’de savaş başlamadan önce boş bir arazi olan ve Türkiye sınırına sıfır noktasında bulunan bu alan şimdi yüz bin kişinin barınmaya çalıştığı, hatta zaman zaman Türkiye sınırına doğru toplu yönelmelerde bulundukları bir çadır kentine dönüşmüş durumda. Çadırların önemli bir kısmının duvarları briketten yapılmış ama çatılarında sadece bir branda bulunuyor. Kerame kampında bir de nispeten büyük denebilecek bir okul var. Münavebeli olarak 400 erkek ve 400 kız öğrencinin eğitim aldığı bir okul. Okulun bahçesine arabalarımız girdiği andan itibaren sevinç çığlıkları kopuyor, hemen etrafımızı onlarca öğrenci sarmaya başlıyor. Öğrencilere bazı yardım malzemeleri dağıtmak için sınıflara girdiğimizde sınıfların istiab haddinin çok üzerinde öğrenci barındırdığını görüyoruz. Okulun yetersiz olduğunu söylemeye gerek yok. İşin sevindirici tarafı şu ki şu anda Sadaka Taşı Derneği ve Cihannüma Dayanışma ve İş Birliği Derneğinin koordinasyonunda İdlib kırsalında Kefer Lusin bölgesinde yeni bir okul inşa ediliyor. Cihannüma daha önce de aynı bölgede 310 briket ev yaparak bir nebze olsun buradaki savaş mağduru ve ihtiyaç sahiplerine destek olmuştu. Plan dahilinde inşa edilecek cami de bittiğinde küçük bir yerleşim yeri inşa edilmiş olacak. Bütün umutlar buradaki okullarda okuyan gençlerin yarın ülkelerini inşa edecek nesiller olması yönünde.
Kerame kampının hemen kuzeyinde ise bir diğer büyük kamp bulunuyor. İsmini çoğunlukla haberlerde duyduğumuz Atme kampı… Yüzbinlerce kişi de Atme kampında kötü şartlar altında hayatta kalmaya çalışıyorlar…
Çadır kentlerindeki dram hikayelerini anlatmaya yürekler dayanmaz. Mart ayının soğuğunda çocuklar yalın ayak/çorapsız terliklerle su ve çamurun içinde dolaşmayı yadırgamıyor. Belki de üşümeyi unutmuş bu bedenler. Bu çocukların belki de önemli bir kısmının hiç oyuncakları olmadı. Çocukların bir kısmı “Artık evlerimize dönmek istiyoruz” derken, yaşça daha büyük olanları “Bizi de Türkiye’ye götürür müsünüz?” diyordu. Yetim çocukların kimisi belki bir abi ve baba arayışı içerisinde elimizi hiç bırakmıyor, kimisi ise çocuk dünyasının bir parçası olan top ve balon istiyordu. Onlar da biliyor ki Türkiye’den yardım gelmezse buradaki hayat idame ettirilemez. Yanımızda getirdiğimiz bazı yiyecek malzemelerini ve hediyeleri dağıtarak çocukları sevindirmeye, savaşın acılarını unutturmaya çalışıyoruz. Çadır kentlerden ayrılma vakti geldiğinde ise çocukların “N’olur tekrar gelin” seslenişleri hepimizi derinden yaralıyor.
İdlib ziyaretimiz Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın ilk haftalarına denk gelmişti. Avrupalı devletlerin sarı saçlı ve mavi gözlü Ukraynalı savaş mağdurlarına kucak açmaya hevesli olup, mağdurların etnisitesine göre ayrımcılık yapıp çifte standart uygulamalarını bir kez daha gözler önüne serdikleri günlerde İdlib’teki sarı saçlı ve mavi gözlü savaş mağduru çocuklar yüreğimizi dağladı.
İdlib’te bazı kurumları da ziyaret etme imkânımız oldu. İdlib şehir merkezine vardığımızda mesai saati bitmek üzereydi. Şehir merkezindeki müzeyi gezmek istediğimizde önce talebimiz kabul görmedi, ancak Türkiye’den geldiğimizi duyunca hızlıca müzeyi gezmemize izin verildi. Küçük bir müze olmasına rağmen bölgenin derin tarihine ışık tutan arkeolojik kalıntılar ve çivi yazıları bulunuyordu. Diğer kurumlar arasında Diyanet Vakfının merkezine de kısa da olsa bir ziyaret gerçekleştirdik. Başta İHH olmak üzere, Diyanet Vakfı ve diğer STK’lar da Suriye’deki savaşın yaralarını sarmak için canla başla çalışıyorlar. Ziyaret ettiğimiz çadır kentlerdeki çocukların önemli bir kısmının tek tip mont ya da ayakkabı giydiğini görünce, buradan bir Türk STK’si geçmiş diye düşünüyoruz. Allah sa’ylerini meşkur eylesin. İdlib’te çok sayıda STK olmasına rağmen Türk bayrağını nadiren görüyorsunuz. Belki de burayı Afrin ve Azez gibi yerlerden ayıran şeylerden birisidir bu. Bölgedeki savaş mağduru sayısının çok yüksek oluşu, güvenlik tehdidinin hala canlı oluşu bizlerde Türkiye’nin ve Türk STK’ların daha temkinli hareket ettikleri izlenimi doğurdu.
Peki, İdlib bizim neyimiz olur? İdlib, Anadolu hinterlandının bir parçasıdır. Bugün İdlib’te büyük bir insanlık dramı yaşanmaktadır. Büyük bir çadır şehre dönüşen İdlib’teki yetim muhacirler kendilerine destek olacak ensar yürekli insanları arıyor. İdlib’teki yetimler ümmete emanettir. İdlib’in yönü Türkiye’dir. Gönül coğrafyamızın birçok bölgesinde olduğu gibi İdlib’te de Türkiye beklenendir.