Dönüşen Şehirler ve İnsan
Dr. Gültekin GÜLLÜ
Şehir, insanın hayatını düzenlemek üzere meydana getirilen, maddi ve manevi değerleri ile en önemli, en kıymetli eser ve insan hayatını şekillendiren, çevreleyen büyük bir yapıdır. Medeniyetler büyüklüğünü özgün şehirleriyle dünyaya ilan ederler. Şehir, bunu sadece fiziki olarak gösteren değil, kültürel ve sosyal yaşantı ile de ifade eden bir bütünlük oluşturur. Toplumlar, inanç, kültür ve değerlerinden hareket ederek bu yapıya biçim verirler. Şehir, toplumsal hayata, insanlar arasındaki ilişkilere biçim veren, sosyal mesafelerin en aza indiği ve ilişkilerin en büyük yoğunluk kazandığı yerdir. Şehir, içerisinde çok çeşitli faaliyetlerin yer aldığı, bütün yapılar, yapı grupları ve bunları birbirine bağlayan ulaşım, altyapı, donanım sistemleri ile bunları düzenleyen, işleten kuruluşların bütünü ve bütün bunlardan öte orada yaşayan toplumun kendisidir.
Şehrin merkezinde insan vardır. Şehri, şehir yapan, dönüştüren insandır. İnsan, şehir ve toplumun çekirdeğini oluşturur. Bir şehri aziz kılan içinde yaşayan insanlardır. Şehirde yaşayan halk ne ise şehir odur. Medeniyetler de şehirler de toplumun sahip olduğu her türlü kültürel birikimle kurulur. Şehirlerin ruhu, dili, tadı, kokusu, güzelliği ve canlılığı denildiği zaman, o şehirlerin sahip olduğu kültürel birikimini, sosyal yaşantısını ve var olan medeniyetin tezahürünü ifade etmiş oluruz. İbn-i Haldun, “Coğrafya insanın kaderidir” der. Aslında, coğrafya şehirlerin de kaderidir. Her şehrin kendine has ekolojisi, fiziki yapısı ve kültürel birikimi vardır. Şehirlerdeki dönüşüm, bütün bu birikim ve potansiyel dikkate alınarak yapılmalıdır. Her şehir sahip olduğu bu birikim ile kendini ifade eder. Şehirler, kurulduğu coğrafyanın ekoloji ve morfolojisine uygun olarak inanç ve yaşayış değerlerini ortaya koyarak kendini anlatır.
Şehirler, kurulduğu coğrafyanın ekoloji ve morfolojisine uygun olarak inanç ve yaşayış değerlerini ortaya koyarak kendini anlatır.
Şehircilik açısından ülkede geldiğimiz noktada, maalesef bir buhran yaşanıyor ve problemler hiç bitmiyor. Yakın geçmişte şehirlerde göç, gecekondulaşma ve çarpık yapılaşma problemleri ile uğraşırken, bu süreçte ülkenin en önemli sorunlarından birisi olan kentsel dönüşüm problemleri, apartmanlaşma, dikey yapılaşma ve şehir planlarının iyi yapılamaması ile uğraşılıyor. Şehir planlama, çok boyutlu bir süreçtir. Bu sürecin sosyal, kültürel, psikolojik, ekonomik, mimari birçok katmanı vardır. Bu katmanların her birinin inanç, değer ve kadim kültürümüz temelinde iyi çalışılması ve kendi mefkûremize göre şehircilikle ilgili politikalar belirlememiz gerekir. Üretim ve tüketimin sınır tanımadığı kapitalist sistemde, şehirler çok büyük meta olarak görülüyor. Ekonomik hesaplar ön plana alınarak, kültür, inanç ve değerlerin yok edildiği, büyük bir tahribat ve israf ile karşı karşıya kalıyoruz. Hâlbuki bizler mekânın ve zamanın bize emanet edildiğini bilen, israfın haram sayıldığı, başkalarına zararı dokunmasın diye yoldaki bir taş parçasını, bir engeli, bir kirliliği gidermenin imanın bir mertebesi olduğuna inandığımız bir medeniyetten besleniyoruz.
Medeniyetimizde, şehirlerin ve mahallelerin kendine has bir kültürü varken mahalle, zengini ve fakiriyle, velisi ve delisiyle, genç, çocuk ve yaşlısı birbiriyle bütünleşerek, herkes herkese sahip çıkıyordu. Şehirde çarşı ve pazarın, mahallenin, evlerin kendi içerisinde bir mahremiyeti, inanç ve değerler açısından hassasiyetler vardı. Şehir, cami merkeze alınarak, cami etrafında çarşı, pazar, medrese ve devletin diğer hizmet binalarının etrafında genişliyordu. Mahalleler, kendi merkezlerini oluşturarak, şehir merkezine yakın ve merkezle daha mahrem bir ilişki kuruyordu. Yapılar, bir binanın gölgesi en yakın binaya düşmeyecek şekilde inşa ediliyor ve yapılara komşuyu rahatsız edecek şekilde bir pencere bile açılmıyordu.
den kurtulmak için aydınlanma çağı, reform ve Rönesans hareketleri ile birlikte sanayi devrimini gerçekleştirdi. Ancak yaşanan bu sanayi devrimi üretim ve tüketimde sınır tanımayarak, sömürüye ve güce dayalı olarak insana hizmet eden değil, tam tersine insana zulmederek tahakkümü altına aldı. Sanayi devrimi etkisiyle batıyı taklide başlayan medeniyetimizin şehirleri zamanla batıdan olumsuz bir şekilde etkilenerek bozuldu. Kültürümüzdeki bahçeli, avlulu evlerin yerini, bizim kültürümüze ait olmayan apartmanlar ve daha sonrasında yüksek katlı rezidanslar, küçücük odalı apartlar aldı. Çarşı ve bedestenlerin yerini AVM’ler, mahalle kültürünün yerini kapalı ve havuzlu siteler aldı. Batı, ürettiği her objeye kendi inanç ve değerlerini yüklediği için batıdan taklit edilen her obje ve yapı insanımızı derinden etkileyerek, şehirlerimize, inanç, değer ve kültürümüze bir hançer gibi saplandı. Değişik sebeplerle yaşanan iç ve dış göçler şehirlerin sosyolojik yapısını olumsuz etkilerken, küreselleşmenin olumsuz etkileri şehirlerin bozulmasını daha da hızlandırdı. Bu süreç fiziki olarak şehirlerimizi, düşünce olarak insanımızı olabildiğince bozdu. Fiziki olarak şehirlerin, düşünce ve değerler olarak insanın bozulmasıyla birlikte sosyolojik ve kültürel olarak toplumsal yapı da bozuldu. Mahremiyet korunamazken, inanç ve değerlerimiz büyük yara aldı. Gelinen noktada kalabalıklar içerisinde insan gittikçe yalnızlaştı, mutsuzlaştı, psikolojik sorunlarla yüz yüze kaldı ve bir buhranla karşılaştı. Bu buhrandan kurtulmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile.
Şehirlere şekil veren, canlılık kazandıran, orada kültür oluşturan ve medeniyet kuran insandır.
İnsanın şehri, şehrin insanı dönüştürdüğü ve inşa ettiği muhakkak. Bu dönüşümün döngüsel olarak sağlıklı olması için öncesinde insanın inanç, değer ve idealleri, sosyolojik ve kültürel olarak bir medeniyet tasavvurunun olması gerekir. Medeniyetini de insanın, nesilden nesillere aktararak, zamanın ruhuyla bir ahenk içinde taşıması, yaşaması ve yaşatması gerekir. Geçmişe özlemle, geçmişi taklit ve tekrar ederek bugünün problemlerini çözemeyiz. Çözümleri; zamanın şartları içerisinde bilim ve teknolojinin geldiği en son noktayı kendi inanç ve değerlerimiz ile mecz ederek ve sürekli geliştirerek bulabiliriz. Örneğin, geçmişte Osmanlı Orduları Mehter Marşı ile coşarak zaferden zafere koşuyordu. Türk ordusu bugün mehterin aynısını taklit etse ve tekrarlasa komik olur ve bu bir nostalji olmaktan öteye geçemez. Ancak mehter marşının o zamanki heybetini ve varlık sebebini, yine kendi inanç ve değerlerimiz ile günümüz şartlarına uyarlayarak, bilim ve teknolojiye göre yorumlayarak çalışma yapılsa, özü itibariyle yine orduyu coşturmak için yeni bir ruh yeni bir mehter marşı ortaya çıkacaktır. Şehirlerimiz için de bu böyledir. Geçmişi olduğu gibi tekrar ve taklit ederek değil de gelişmişlik, bilim ve teknoloji ile kendi kültürümüz, inanç ve değerlerimizi esas alarak, zamanın ruhuna uygun olarak, insanı huzurlu ve mutlu edecek şehirleri bizler yeniden kurabiliriz.
En temelde problemlerin kaynağı insandır. Ancak bunu düzeltecek, problemleri çözecek olan da yine insandır. Geçmişten iyi dersler çıkararak, çıkar odaklı değil insan odaklı çalışmalar yaparsak, şehirlerin hem fiziki bozulmanın hem de sosyal bozulmanın önüne geçebiliriz. Şehirler sürekli kabuk değiştirmektedir. Ülke olarak bu değişimin farkında olmalı ve doğru politikalar belirlemeliyiz. Kentsel dönüşüm çalışmaları bu bakımdan büyük fırsatlar sunmaktadır. Dönüşüm sürecinde şehirleri, kendi inanç, kültür ve değerlerimize göre kurarsak, bu doğrultuda şehrin nasıl olması gerektiği üzerine plan ve projeler yaparsak, bu vizyonla şehirlerde ortaya çıkacak az katlı mimari üsluba bağlı yapılar, sosyal yapıyı da olumlu yönde geliştirecektir. Değilse, insanın iç dünyasının ihmal edildiği, çok fazla atığın üretildiği, çevrenin tahrip edildiği, kaynakların hor kullanıldığı, daha fazla rant sağlamak amacıyla karşımıza çıkan yüksek katlı binalar, gelecekte daha büyük problemleri karşımıza çıkaracaktır. Bunun için fiziki ve sosyal yönden şehirlerin dönüşüm sürecinde bütün bu tasavvur, bilgi, birikim, bilinç ve vizyon ile hareket etmeliyiz.
Şehirlerin dönüşümü, pek çok sebebe bağlı olarak her alanda gerçekleşen, sürekli değişim özelliğine sahip bir süreçtir. Mekânsal açıdan şehirde yaşayanlar belirli sebeplere bağlı olarak, belirli zamanlarda ve süreçlerde yer değiştirirler. Bu yer değiştirmelerin pek çok sebebi olmakla birlikte, sonucu itibariyle de şehirleri etkileyen fiziksel, kültürel ve sosyolojik etkileri vardır. Şehirlerin dönüşümü en büyük ölçekten, en küçük ölçeğe kadar mimari, sosyal, psikolojik, kültürel, politik, ekonomik ve felsefi birçok faktörü bir arada barındırmaktadır. Bu dönüşüm, genel olarak, kente farklı fonksiyonlar yükler ve şehri değiştirir. Dolayısıyla bu dönüşüm süreçlerinde çok dikkatli olunmalı, mimari boyuttan sosyal ve kültürel boyuta kadar, şehirdeki dönüşümün bütün süreçleri çok iyi yönetilmelidir
İnsan ve şehir birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Ne kadar güzel, sağlıklı ve erdemli şehirleriniz olursa olsun, insan bozulur ise şehir de bozulur. İnsan düzelirse, şehir de düzelir. Çünkü şehirlere şekil veren, canlılık kazandıran, orada kültür oluşturan ve medeniyet kuran insandır. Şehirde yaşayan insanlar, ne kadar erdemli, ahlaklı ve iyi olursa, şehirde o kadar erdemli, ahlaklı ve sağlıklı olur. Bundan dolayı bu döngüsel hayat içerisinde asıl olan, erdemli ve ahlaklı şehirlerin hep var olması için insanın sürekli olarak emanet edilen zamana ve mekâna sahip çıkması, erdemli, adil, emin ve ahlaklı kalabilmesidir.
Kaynaklar
• Cansever, Turgut, Kubbeyi Yere Koymak, Hazırlayan: Mustafa Armağan, Timaş Yayınları, 4. Baskı, İstanbul, Mart 2010
• Farabi, El-Medinetül Fazıla, Şark İslam Klasikleri, Çeviren: Nafiz Danışman, MEB Yayınları, İstanbul, 1990
• Geleceğin Şehri, Sempozyum Bildirileri, 24-25 Aralık 2014 İstanbul, Editörler: Hasan Taşçı, Hüseyin Yeşil, Esenler Belediyesi Şehir ve Düşünce Merkezi Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2017
• Güllü, Gültekin, Kentsel Dönüşüm Atıklarının Yönetimi: Esenler Belediyesi Örneği, Doktora Tezi, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Haziran 2020
• İstanbul, Kent ve Medeniyet, Editörler: Recep Bozlağan, Nail Yılmaz, Aynur Can, Marmara Belediyeler Birliği Yayını: 2009/01, İstanbul, Ağustos 2009