Ziyaüddin Serdar’ın “Cenneti Arayan Adam” Kitabının Çağrıştırdıkları
Prof. Dr. Kudret BÜLBÜL
Türkiye’de islami hassasiyeti olan insanlar geçmiş dönemlerde Mısır, İran, Pakistan, Hindistan gibi Müslüman coğrafyalardaki gelişmelerden olumlu ve olumsuz olarak etkilendiler/esinlendiler. Yakın dönemdeyse Wael Hallaq, Ziyaüddin Serdar, Taha Abdurrahman gibi son dönemlerin öne çıkan Müslüman ya da değil, Batıda yerleşik ya da Batı eğitimli yazarlardan bir etkilenme/esinlenme söz konusudur. Kuşkusuz önceki dönemlerdeki ve bu dönemdeki esinlenmelerin olumlu-olumsuz etkilerinin analizi ve karşılaştırılması ayrıca yapılmalıdır. Şimdilik şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim; Gerek önceki ve gerekse şimdiki esinlenmelerde en fazla ihmal edilen şey, İslam ve Batı ülkelerinde örneği olmayacak şekilde, doğruları ve yanlışları ile Türkiye’nin birikimidir. Bu topraklarda cevabı çoktan verilmiş bazı sorulara farklı coğrafyalardan/yaşanmışlıklardan cevap arayışıdır. Başka coğrafyalar için verilmiş yanıtlardan hareketle, sahip olduğumuz doğru cevapları görmenin sürekli geçiştirilmesidir.
Ben bu çalışmada Ziyaeddin Serdar’ın “Cenneti Arayan Adam” kitabına dair gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.
Hazırlamakta olduğum, gençlere yönelik “4 yılda, 50 yazar, 50 kitap” düşüncem bağlamında, gençlere hediye edilebilecek bir kitap olabilir mi diye başladım kitabı okumaya. Belki de yanlış bir beklenti ile başladığım için ilk başlarda yazara kızarak okumaya devam ettim. Kitap ilerleyen sayfalarda daha eğlenceli olsa da kızgınlığım tam olarak geçmiş değil. Çünkü yazar kendi yetişme serüvenini, amacını, cenneti arayış serencamını aktarırken adeta dünyadaki bütün İslami hareketleri, kişileri, kurumları tüketerek ilerliyor. Eleştirilerinde haklılık payı olmakla birlikte, ilişki kurduğu her şeyi yargılamak ve tüketmek yerine, başkaları için belki çözüm olabileceğini ama kendi macerasının olumsuzluğunu ifade ederek bırakması daha iyi olurdu. Çünkü eser bitince cenneti aramak için adeta ne bir hareket ne bir yol/yöntem ne de bir arzu kalıyor.
Eser, hizmete özel olarak görülebilecek şekilde, adeta yakın dönem dünya İslami hareketler, kişiler, kuruluşlar haritası olarak görülebilir.
Eser, hizmete özel olarak görülebilecek şekilde, adeta yakın dönem dünya İslami hareketler, kişiler, kuruluşlar haritası olarak görülebilir. Bu açıdan oldukça faydalı. Kabaca bildiğimiz yakın tarihi, kurumları, ülkeleri, kişileri özetle yeniden hatırlatıyor.
Serdar, benim de çok önemsediğim şekilde eserinde hemen hemen herkesi çoğulcu bakmamakla, keskin ve tekilci bakmakla eleştiriyor. Bu eleştiriler günümüz Müslüman dünyanın bence de temel sorunu. Pek çok sorunumuz buradan neşet ediyor. Ama yazar başkalarını yargılarken bu modern, yargılayıcı, tek tipçi bakıştan kendini kurtaramıyor. Mahkûm ettiği bir yöntemin mahkûmu oluyor.
Serdar İslam dünyasının ve Müslümanların sorunlarını tartışırken içten bir değerlendirme yaparak, yanlışları eleştirmede oldukça cüretkâr ve özgürlükçü. Ama aynı yaklaşımı Batıya dair tutumunda göremiyoruz. İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunlarda Batı’nın rolü, çalışmasında nerede ise yok gibi. Bu durum Batıda yetişmiş Müslüman aydınların pek çoğunun temel sorunu. Entelektüel çalışmalarda nereye baktığınız kadar nereden baktığınız da önemlidir.
Çalışmada en fazla dikkatimi çeken husus, Ziyaeddin Serdar, Cenneti ararken (bugünün sorunlarına yanıt verecek kurtuluş reçetesi ararken) Afrika’yı, Ortadoğu’yu, uzak doğuyu hasılı ismi duyulmuş ve duyulmamış pek çok hareket, ülke ve isme değinirken, bu cennet arayışında Türkiye birikimine neredeyse hiç değinmemiş olmasıdır. Türkiye kısmı yok denecek kadar az. Bu durum Türkiye’nin birikimin İslam ve Batı dünyasında yeterince bilinmediği, Türkiye’nin çok içe kapanık olduğu ve bu nedenle Türkiye’nin genellikle esgeçildiği yaklaşımımı bir kez daha doğruluyor. Oysa bugünün dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunları çözebilecek belki de yegâne birikim Türkiye’dedir. Bunu yazarın, onca arayış serüvenini okumama rağmen, Türkiyeli bir entelektüel olarak, eserin bana çok fazla, çok özgün bir şey katmamasından da anlıyorum. Türkiye halife ve şeyhülislam varken demokrasiye geçti. Modern dünyanın karşı karşıya kaldığı temel sorunlar ile demokrasi ve insan hakları gibi evrensel değerlerle çok daha erken karşılaştı. Cumhuriyet dönemindeki reddiyeciliğe rağmen bu birikiminden hareketle reddiyecilik ve teslimiyetçiliğe düşmeden bugünün sorunlarına çözüm arayışı belki de sadece Türkiye’den başlayabilir. Türkiye’nin görülmemesi, bir gaflet değilse, teslimiyetçiliğe ve reddiyeciliğe düşmeden, bugünün dünyasında yaşama zemini bulabilecek belki de tek ve en yakın tecrübenin görülmemesi, belirli çevrelerce, bilinçli bir tercih olabilir.
Bazıları Türkiye’nin Batı ve İslam dünyası için entelektüel bir isim çıkaramadığını düşünüp sürekli hayıflanır. Bu durum kısmen doğru olsa da böyle düşünenlerin kaçırdığı nokta şudur; Türkiye’nin bizatihi kendisi, sahip olduğu birikim ve uygulamalarıyla entelektüel bir düşünüş ve duruştur.
Serdar’ın çalışması bana son zamanlarda içine düştüğümüz her şeyi siyaseten çözme çabamızın zaaflarını ve entelektüel çabaların değerini bir kez daha hatırlattı. Daha da önemlisi Türkiye’nin birikiminin Türkiye dışında dünya Müslümanları ve çağdaş sorunlara çözüm arayan yeryüzünde vicdan sahibi bütün insanlar için ne kadar değerli olduğunu. Bu insanlar cenneti ararken doğrularımız ve yanlışlarımızla onların umutlarını her gün yeniden yeşerttiğimizi ya da kuruttuğumuzu…
Bütün bunlarla birlikte, içe kapanıklığımızı, Türkiye’de sadece kendi kendimizle konuşmayı aşmamız gerektiğini, bunca birikimin harmanlandığı ülkenin evlatları olarak bu birikimi herkesle paylaşmak için çok daha küresel çalışmalara imza atmamız gerektiğini...
Ve belki de bir Doğu ya da Batı ülkesinde, başka pek çok yoldan umudun kesildiği bir ortamda, bize bakarak, kendi halinde, kendine bir yol bulmaya çalışan, umut arayan insanlara karşı, bizlerin sadece ülke içi gündeme/siyasete odaklanmasının vizyonsuzluğu nedeniyle, büyük vebalimizin olduğunu…
Türkiye’nin bizatihi kendisi, sahip olduğu birikim ve uygulamalarıyla entelektüel bir düşünüş ve duruştur.