Gençlik Nereye Gidiyor?
Hasan Basri YAPICI
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi 5. Sınıf Öğrencisi
“Kardeşim! Yüz sene sonra ne sen kalacaksın ne ben. Bunu hepimiz biliyoruz. Onun için yapacağımızı yapalım.” Süheyl Ünver
Gençlik, insanın düşünce yapısının şekillendiği ve insana, topluma dair birtakım değerlerin oluştuğu dönemdir. Bu dönem umudun olduğu kadar endişenin, başarının olduğu kadar hatanın da mevcut olduğu bir zaman dilimidir. Bu sebeple tarih boyunca üzerinde kafa yorulan, tartışılan konuların başında gelir gençlik.
“Bir genç nasıl olmalıdır”, “Bir genç bizden, toplumdan ne bekler”, Bir gencin eğitimi nasıl olmalı, neye dikkat edilmelidir”, “Bir genç ile iletişim nasıl kurulmalıdır?”
Gençlik hakkında bu tür soruların aslında sürekli olarak var olduğunu görmekteyiz. Esasında yaşam, durmak bilmeyen bir değişim geçirmektedir. Bu değişimden hareketle gençlik olgusu da sürekli üzerine düşünülmesi ve güncellenmesi gereken modern bir olgudur.
Günümüzde gençlerin durumu, ilgileri, beklentileri, düşünce ve davranış biçimleri yetişkinlerin sıklıkla şikâyet ettiği bir meseledir. Pek çok kişi gençler hakkında rahatça yargıda bulunabiliyor, gençler adına birtakım fikirler beyan edebiliyor. Peki bu olguya bakıldığında gerçekten de gençler yanlış yolda mı ve yetişkinleri dinlemiyorlar mı? Olması gerektiği gibi davranmıyorlar mı?
Gençliğin dilini kavrayabilmek, onların ne istediğini sezebilmek; toplumun ve geleceğin inşasında ortak hareket edebilmeyi de devamında getirecektir.
Yukarıda da bahsedildiği gibi gençlik her daim üzerinde durulması ve tartışılması gereken bir meseledir. Buna ilaveten bulunduğumuz zaman dilimi geçmişe göre çok farklı bir atmosferde deneyimlenmektedir. Yaşanılan bu tanıklık baş döndürücü bir seviyede kendine has özellikler barındırmakta ve inanılmaz bir değişimi içermektedir.
Günümüz gençliği kendisi adına edilmiş sözlerden usanmış durumdadır, hatta çoğu zaman bu söylem onun için bir klişeden öteye geçmemektedir. Sürekli olarak nasihat almaktan, üzerine misyon yüklenmekten dolayı omuzlarına ağır bir yük binmiş gibi hisseder, bu sebeple biraz soluklanmak ve kafa dinlemek ister. Hiçbir söz işitmeden sadece kendi iç sesini dinlemek…
Peki, genç birilerini hiç mi dinlemez?
Kendi başına bırakılmış, sahipsiz birisi midir? Hayır, elbette.
Zamanın ruhunu yakalamış ve bu çağa hitap edebilmiş kimi isimlere baktığımızda buna şahit oluyoruz aslında. Gençlikle kurdukları bağa baktığımızda son dönemde aramızdan ayrılmış olan iki önemli isim karşımıza örnek olarak çıkmaktadır: Sezai Karakoç ve Teoman Duralı.
İlim dünyası için birbirinden değerli olan iki hazine… Bu iki şahsiyet geride bıraktıkları kıymetli eserleri ve fikirleriyle toplumun farklı kesimleriyle derin bir bağ kurdular. Söylemleri ve kaleme aldıkları yazıları gençler tarafından ilgi ile takip ediliyor ve gençlik nezdinde gündem oluyordu. Cenazelerinde dikkate çeken gençlerin çokluğu, bu iki ismin aslında gençlere rahatlıkla ulaşabildiğini veya farklı bir şekilde ifade etmeye çalışırsak gençlerin onları kıymetli bulduğunu ve dinlediklerini gösteriyor. O halde bir genç neden Teoman Duralı’yı dinlemek ve onun dediklerinden faydalanmak ister?
Aslında burada bireysel olarak Teoman Duralı’dan değil, genel olarak bir profilden bahsetmek istiyorum. İnsanlar üzerinde tesir bırakabilmek için öncelikle düşünceleriyle davranışları örtüşen, iyi örneklik teşkil eden bir profile sahip olmak gerekmektedir. Bir şeyi öneriyorsak veya anlatıyorsak onu kendimiz de yaşamalıyız. Bunları yaparken karşımızdaki kitle ile etkileşim içinde olunması gerektiğini de unutmamalıyız. Ayrıca bir grubu yönetmek, onlara bir şeyler önermek farklı şeydir, kılavuzluk etmek farklı şeydir. Kılavuzluk, karşındaki ile bir ortaklığı, yoldaşlığı bünyesinde barındırır, iki tarafı da besleyen interaktif bir ilişkidir. Nurettin Topçu, bir eserinde “gençlik, geleceğin tohumudur1” der. Bu tohumu yeşertmek için toplumun inşasında da kılavuzluk oldukça değerlidir. Bir genç ile aynı dili paylaşabilmek, anlayabilmek bu iletişimin yürütülebildiği ölçüde mümkündür.
İnsanlar üzerinde tesir bırakabilmek için öncelikle düşünceleriyle davranışları örtüşen, iyi örneklik teşkil eden bir prof ile sahip olmak gerekmektedir.
Ayrıca tartışma/sorgulama kültürünün daha yaygın olduğu günümüzde ön kabul yerine mevzu edilen bahsin nedenlerini anlatmak lazımdır. Son zamanlarda lise ve üniversitelerin çeşitli platformlarında yaygınlaşan tartışma forumları ve münazara oturumları bunun güzel bir örneğidir.
Günümüzdeki değerli şirketlere/kurumlara, iyi eğitim merkezlerine, nitelikli öğreticilere bakıldığında aslında değerli ve nitelikli olan pek çok kişi/kurumun zamanın ne getirdiğinin farkına vardığını ve bu çerçevede nasıl davranılması gerektiğini de kavradığı görülür.
Gençlerin mesleki gelişimi üzerine düşünüldüğünde yetişkinlerin temel kabullerinden birisi de bireyin kendisini yetiştirip meslek sahibi olduktan sonra topluma faydalı olabilmek için kesinlikle üniversiteye gidilmesi gerektiğidir. Kimi zaman bu durum, insanın kafasında kurmuş olduğu bir tabu olarak karşımıza çıkar: Bireyi kendine yetemeyen olarak nitelendirip bu sebeple de bir üniversiteye veya mesleğe mahkûm edip o kalıpla anılması anlayışı.
Fabrikadan tek tip bir ürün çıkartır gibi bir muamele insana yapılabilir mi? İnsanın kendini geliştirmesi çok faktörlü bir süreçtir. Bu sürece aile, okul, toplum, deneyim gibi birçok faktör katkı sağlar. Temel eğitimini alan bir insanın istediği bir yaşamı devam ettirip topluma katkı sağlaması hem kişi hem de toplum açısından daha yararlı değil midir? Bir öğretmen olarak Nurettin Topçu gençlere şu şekilde hitap eder: “Bizim işimiz, sizin yalnız zekalarınızı işlemekten ibaret değildir. Aynı zamanda kalplerinizi yoğurmaktır. Biz, sizin birtakım dersleri öğrenen zekâ makinaları olduğunuzu hiç düşünmedik.”
Cemil Meriç’in bir eserinden farklı iki kesit… Bu alıntıları verdikten sonra “beklenti ve umut” üzerine değinmek istiyorum. Neden? Çünkü gençlerle ilgili eleştiriler sıralandığında bu bahis çoğu zaman gözden kaçıyor ve olgu tek taraflı değerlendiriliyor.
“Din problemi, şer problemi, Avrupalılaşma problemi (...) bizim de gevelediğimiz mefhumlar. Ama kimsenin bu problemler üzerine kafa yorduğu yok. Sağ, kovuğuna çekilmiş, münzevi, mazlum, mustarip. Sol, eline tutuşturulan reçeteyi kekeliyor, mânâsını anlamadığı reçeteyi. Tek ortak duygu: düşmanlık. Diyalog yok. Tanzimat’tan (...) beri hazır elbiseye meraklıyız, hazır elbiseye ve hazır medeniyete (...) Tefekkür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düşünmek ne kadar güç.”
“Toprak sarsılıyor!.. Hep birden esfel-i safiline yuvarlanmak istemiyorsak, gözlerimizi açmalıyız. İnsanlar sloganla güdülmez. Düşünceye hürriyet, sonsuz hürriyet. Kitaptan değil kitapsızlıktan korkmalıyız. Bütün ideolojilere kapıları açmak, hepsini tanımak, hepsini tartışmak ve Türkiye’nin kaderini onların aydınlığında fakat tarihimizin büyük mirasına dayanarak inşa etmek. İşte, en doğru yol.”
Toplumun çeşitli şehirlerinden, üniversitelerinden gençlerle iletişime geçilip “bu iki kesit hakkında ne düşünüyorsunuz, bugün böyle bir problem var mı?” diye sorulsa muhtemelen evet cevabını vereceklerdir. Burada bahsi geçen diyalog ve hürriyet kavramlarını liberal bir söylem olarak bahsetmiyorum. Bu coğrafyayı, toplumu dert edinen her bireyin aynı çatının altında kendini geliştirip faydalı şeyler yapmak adına her konuyu tartışmaya açmak istediğinden, konuşmak istediğinden bahsediyorum. Örneğin yetişkinlerin anlaşamadığı, buluşamadığı pek çok konuda, ortamda gençler daha rahat buluşabiliyor, farklılıklarına rağmen bir şeyler yapmak için çabalayabiliyor.
Savaş Barkçin bir eserinde “Sadece bugünle, sadece ayrıntılarla ilgilenenlerin aklı karışır. Asıl mesele olayların bütünlüğünü görmek, olayların anlamını keşfetmektir” der. Gerçekten de sürekli olarak aktüel tartışmaların içinde yer almak genci ümitsiz, kaygılı bir konuma sevk ediyor. Bir konunun haklı veya haksız olup olmaması tartışmasından öte olarak bir genç için kendini geliştirmek, işini iyi yapmak daha öncelikli durumdadır. Çünkü kişi kendini donanımlı olarak yetiştirip işini iyi yaptığında zaten mevcut tartışmaya olgun bir şekilde yaklaşıp çözümü için aktif bir çaba gösterecektir.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” sözü gençlerin zihnindeki yorgunluğu ve mevcut durumu anlatmaya dair yerinde bir ifadedir. Gündelik tartışmalar, gelecek kaygısı, kılavuz eksikliği, sahipsizlik ve dinlenilmeme hissi nedeniyle ümitsizlik yaygın ve bir o kadar da zor bir durumdur. Şairin dediği boş yere değildir: “Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!”
Eskiden önemsenmeyen pek çok alanın internet ve sosyal medya aracılığıyla çok geniş kitlelere nasıl hizmet verdiği gerçeği oldukça barizdir.
Fakat bu ümit, gençlerin anlaşılması ve onlara sahip çıkılmasıyla yeşerecektir. Doğru iletişim kurulduktan sonra gençlerin umutlarının, hayallerinin somut anlamda nereye kadar gideceğine dair birkaç örnek vermek istiyorum. Örneğin 10-20 yıl önce bilgisayar ile uğraşmak, oyun oynamak vakit kaybı, boş zaman olarak değerlendiriliyordu, lakin günümüzde oyun, yazılım, tasarım gibi alanlardaki yaratıcılık ve deneyimin nelere sebep olduğunu görmekteyiz. Pek çok sektörün gerçekleştiremediği kazanımları bilgi ve teknoloji çağının inanılmaz devinimi içerisinde bu alanlar kolaylıkla elde ediyor, milyonlarca, milyarlarca dolarlık yatırımlar alıp, ihracat yapılabiliyor. Ayrıca eskiden önemsenmeyen pek çok alanın internet ve sosyal medya aracılığıyla çok geniş kitlelere nasıl hizmet verdiği gerçeği oldukça barizdir. Bir tasarımcının yapmış olduğu kaliteli bir video kısa bir süre içerisinde dünya gündemini yeniden belirleyebiliyor.
İlkokuldan üniversiteye kadar gençliğin umut ve beklentilerini çok iyi bir şekilde yansıtan ve somut bir çözüm olarak önümüzde duran kıymetli bir örnek de yer almaktadır aslında: TEKNOFEST.
TEKNOFEST’te bir gencin rolünü incelediğimizde aslında gençlerin neyi nasıl istediğine dair pek çok veri göz önüne gelmektedir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Şeffaf bir süreç yönetimi ve gencin inisiyatif alabilmesi,
- Aktif ve interaktif bir grup çalışması
- Kendisiyle benzer idealler taşıyan kişi ve kurumları muhatap olarak yanında bulabilmesi,
- Kendisinin dinlenmesi ve dikkate alınması,
- Kılavuz bulabilmesi,
- Somut proje ve ürün çıkarılması ve bu projeler kıymete değer bulunduğunda insanlığa fayda için desteklenmesi.
Kısacası aslında modern dünyanın şartlarına uygun bir şekilde çalışabilmesi, anlaşılması ve kendini önemli hissetmesi…
Dolayısıyla onların dilini kavrayabilmek, onların ne istediğini sezebilmek toplumun ve geleceğin inşasında ortak hareket edebilmeyi de devamında getirecektir. Ortak dili kurabilmek adına rol model, kılavuz eksikliğini gidermek belki de en önemli çözümlerden birisi olacaktır. Bunu yapmak için de muhafazakarlıktan çıkmak, günümüz dünyasına daha bütüncül ve kuşatıcı bakmak gerekmektedir. Yaşamı eskinin kavramlarıyla değil, mevcut dünya görüşü ve anlayışını yeni enstrümanlara uyarlayarak devam ettirmek, sadece günümüzü anlamak için değil yeni zorluklara karşı hayatta kalabilmek için de zaruri bir durumdur. Dolayısıyla günümüz dünyasında işini düzgün bir şekilde yapan, gençleri anlayabilen ve iletişim kurabilen sanatçılara, gazetecilere, influencerlara, yazılımcılara, mühendislere, doktorlara, öğretmenlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Eğer gerçekten gençliği bir mesele ediyor ve onlara sahip çıkmak istiyorsak…
Unutulmamalıdır ki gençlerin umutları ve beklentileri ne kadar yüksekse toplumun geleceği de o denli parlaktır. Birbirimizin dilini, halini anlayıp bu coğrafya için el ele vererek alın teri dökmek önemli bir sorumluluk; geçmişimize, insanımıza dair borcumuzdur. Son olarak Haluk Dursun’nun gençlere birkaç nasihati ve Aliya İzzetbegoviç’in bir sözü ile yazımı bitirmek istiyorum.
Gençlerin umutları ve beklentileri ne kadar yüksekse toplumun geleceği de o denli parlaktır.
“Sevgili Gençler, gözümüzün bebeği, geleceğimiz gençler! Ne olur: Çözüm odaklı olun. Kafanızın yazılımını bir iş nasıl olmaz diye uyarlamayın; nasıl olabileceğini düşünecek, arayıp bulabilecek bir kafa yapınız olsun. İşin olumsuz yanlarına takılıp kalmayın. İntikam hırsıyla yanmayın. Hep ileriye, geleceğe bakın. Küçük şeylerden de zevk alın. Günlük politikalar, kısır siyasal çekişmeler sizi esir almasın. Başkalarının yapamadıklarını konuşmak yerine kiminle ne yapabileceğinizi araştırın. Eleştiri ve tenkide açık olun. En önemlisi de bir büyüğünüz sizi yetersiz görebilir, eleştirebilir; hatta zaman zaman size sinirlenip kızabilir. Ama bu sizi sevmediği anlamına gelmez. Tam tersine o, sizi sevdiği, ilgilenmeye değer bulduğu için tepki gösteriyordur. Şükrü ihmal etmeyin. Allah’a şükredin, insanlara teşekkür edin. Kalbinizi temiz tutun. Ameller niyetlere göredir. Aklınız, kalbiniz ve zevkiniz selim olsun.”
“Hayatı sadece din ve dua ile değil, aynı zamanda çalışma ve bilimle tanzim etmek gerektiğine inanan, dünya tasavvurunda ibadethane ile fabrikanın yan yana olması gerektiğine izin vermekle kalmayıp talep eden, insanları sadece terbiye etmek değil aynı zamanda onların dünyadaki hayatını kolaylaştırmak gerektiğini düşünen ve bu iki hedefin birbirine kurban edilmesi için hiçbir sebebin bulunmadığı fikrinde olan kimse, o İslam’a aittir.”