Antarktika üzerine jeopolitik mücadele diriliyor, ülkeler kıtada varlıklarını artırmaya çalışıyor
Dünyada düzenli insan yaşamının olmadığı tek kıta olan Antarktika’da 20. yüzyıl itibarıyla bilimsel çalışmalar gerçekleştirilmeye başlandı. 19. yüzyılın ilk yarısında keşfedilen buzul kıta, üzerinde yapılan bilimsel çalışmaların yanı sıra kimi ülkelerin egemenlik iddialarıyla da anıldı. 1959’da imzalanan Antarktika Anlaşması ile uluslararası hukuk arenasında geçersiz sayılan bu iddialar, günümüzde ve gelecekte gerginlik oluşturma potansiyeli taşıyor.
Antarktika’nın keşfi, ülkelerin sömürge yarışında olduğu 19. yüzyılda gerçekleşti ve dönemin ruhuna uygun olarak 20. yüzyılın ortasına kadar birçok ülke, kıta üzerinde egemenlik iddia etti.
Arjantin, Avusturalya, Birleşik Krallık, Fransa, Norveç, Şili ve Yeni Zelanda; bu topraklarda egemenlik iddialarında bulunan yedi ülkeyi oluşturuyor.
Bu iddiaların bazılarının birbirleriyle çakışıyor olması ve geri kalan yaklaşık 190 ülkeden gelen tepkiler nedeniyle buzul kıtadaki jeopolitik gerginlikler devam ediyor.
1959 yılında, dönüm noktası niteliğinde bir diplomatik çaba sonucunda Antarktika anlaşması imzalanmış ve 1961 yılında yürürlüğe girmişti.
Bu tarihi anlaşma, Antarktika'nın bilimsel araştırma ve uluslararası iş birliği için korunmasının önemini kabul ederken, toprak anlaşmazlıklarını da ele alıyordu.
Başlangıçta 12 ülke tarafından imzalanan ve şu anda 56 imzacısı bulunan anlaşma; kıtanın barışçıl kullanımını teşvik ederken askeri faaliyetleri, nükleer denemeleri ve mineral madenciliğini yasaklıyor.
Bölgede hak iddiasında bulunan 7 ülke de anlaşmanın imzacıları arasında yer alıyorlar.
Antarktika Anlaşması'nın en önemli unsuru, toprak iddialarını askıya alıyor olmasıdır.
Anlaşmaya göre; ülkeler, Antarktika'daki egemenlik iddialarını sürdürmekle birlikte anlaşma süresince bu iddiaları uygulamamayı veya yenilerini oluşturmamayı kabul ve taahhüt ediyorlar.
Bu uzlaşma; bilimsel araştırmalarda, ekolojinin korunmasında ve barışçıl çabalara odaklanılmasında kolaylaştırıcı bir etki oluşturuyor.
Antarktika Anlaşması'nın sağladığı kapsamlı çerçeveye rağmen, toprak anlaşmazlıkları ve anlaşma hükümlerine ilişkin farklı yorumların oluşmasıyla ilgili sorunlar devam ediyor.
Diplomatik çabalar ve müzakereler, bu anlaşmazlıkların yönetilmesinde etkili olmakta ve ulusların barışçıl çözüme olan bağlılığını göstermekte.
İklim değişikliği ve kaynak kıtlığı ile ilgili küresel endişeler arttıkça, Antarktika'nın jeopolitik önemi de artarak durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
Antarktika'nın el değmemiş çevresi ve eşsiz ekosistemleri, bu bölgenin korunmasına yönelik bir taahhüde ilham verdi.
Antarktika’nın korunması için 1998’de yürürlüğe giren, yasal olarak bağlayıcı Madrid Çevre Koruma Protokolü, Antarktika'yı "barış ve bilime adanmış doğal bir rezerv" olarak tanımlıyor ve en az 50 yıllık bir süre için tüm maden kaynakları faaliyetlerini yasaklıyor.
ANTARKTİKA’NIN ÖNEMİ
Antarktika; sahip olduğu düşünülen doğal kaynaklar, üs kurma ve güvenlik faaliyetleri ile deniz yetki alanı gibi sebepler dolayısıyla ülkelerin ilgisini çekiyor.
ABD İçişleri Bakanlığı’nın Jeoloji Araştırmaları Birimi için 1991’de John Kingston tarafından yazılan bir araştırma raporundaki bilgilere göre, Antarktika’da 3 kilometreküp doğal gaz, 19 milyar varil çıkartılabilir petrol olduğu tahmin ediliyor.
Kingston’un tahminleri, varlığı kanıtlanmamış rezervler üzerinden gerçekleştirildi.
Vladimir Afanasiev ve Iain Esau’nun Şubat 2023’te Upstream Online’da yayımlanan yazılarında, Rusya’nın devlet jeoloji kurumu Rosgeologia’nın 2020’de Antarktika’nın hidrokarbon rezervlerinin 500 milyar petrole denk olduğu yönünde bir tahminde bulunduğu aktarıldı.
Antarktika’dan elde edilecek toprak parçaları bir ülkeye bu yeraltı kaynaklarını çıkarma hakkının yanında deniz alanı da sağlayacak.
Antarktika’daki topraklarından okyanusun 200 deniz mili açıklarına kadar uzanan bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) elde etmek, bir ülkenin bu alanlarda egemenlik sahibi olması anlamına geliyor.
MEB ilanı, Bahçeşehir Üniversitesi’nin konu üzerindeki yazısına göre; ülkelere balıkçılık faaliyetlerinin düzenlenmesine ilişkin geniş haklar sağlıyor ve büyük önem arz ediyor.
María Ana Leal’in Centro de Estudios Estratégicos del Ejército del Perú’da İspanyolca, Atalayar’da İngilizce olarak paylaşılan makalesine göre; Antarktika, konumu nedeniyle hava iletişiminin en kolay olduğu bölge olarak öne çıkıyor ve uzay çalışmaları açısından da kritik bir öneme sahip.
BEYAZ KITADA ÇEKİŞME
Ülkeler, 2048’de sonlanacak Antarktik Anlaşması için şimdiden yerlerini almış durumdalar. World Atlas’a göre; Arjantin, Avustralya, Belarus, Belçika, Brezilya, Bulgaristan, Şili, Çin, Çek Cumhuriyeti, Ekvador, Finlandiya, Fransa, Almanya, Hindistan, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Pakistan, Peru, Polonya, Romanya, Rusya, Güney Afrika, Güney Kore, İspanya, İsveç, Ukrayna, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri ve Uruguay’ın kıtada araştırma tesisleri bulunuyor.
28 Nisan 2023’te Time’da yayımlanan bir yazısında Ian Bremmer; Çin’in kıtada araştırma tesisi inşaatlarını artırma girişimini, “Pekin’in Antarktika’nın geleceği ile ilgili söz sahibi olmaya ilişikin yatırımları” olarak değerlendiriyor.
CSIS’e yazan Daniel Runde ve Henry Ziemer da Çin’in istasyon açma girişimini “Antarktika'nın büyük güçlerin rekabetine sahne olma potansiyelinin arttığına” ilişkin bir kanıt olarak değerlendiriyor ve Pekin’in laboratuvarlarının “kolayca askeri amaçlara hizmet edebileceğini” belirtiyor.
Runde ve Ziemer’ın “tesislerin askeri amaçlara hizmet etmesi” için belirttiği ihtimalin, bölgedeki diğer tesisler için de geçerli olduğunu unutmamak gerekiyor. Bölgede askeri faaliyetler her ne kadar yasak olsa da bu durum bir endişe kaynağı olarak varlığını sürdürüyor.
2014’te Antarktika’ya giden ve izlenimlerine ilişkin BBC’ye bir yazı kaleme alan Matthew Teller; kıtada toprak sahipliği iddiasında bulunan Şili ve Arjantin’in Antarktika ana karasında daimi bir ordu bulundurduğunu, bazı ülkelerin askeri varlıklarını gizli tutmasından ya da askeri görevler yürütmek için sivil taşeronları işe alıyor olduklarından endişe edildiğini belirtmişti.
The Organization for World Peace için yazan Dzhari Chauvet, Antarktika Anlaşması’ndaki yasal boşlukların güncellenmemesi hâlinde bölgenin yeni bir çatışmaya gebe olduğunu belirtiyor.
Chauvet, anlaşma boyunca “bilimsel araştırma” teriminin kapsamının net bir şekilde belirlenmemiş olmasını ve anlaşmada yer alan yasal çerçeve ile adada askeri yığınak yapılmasının engellenemeyecek olmasını anlaşmanın en büyük sorunları olarak belirtiyor.
Ülkelerin odağında olan ve yüksek bir ekonomik potansiyele sahip olduğu tahmin edilen bu kıta buzul tabakasının erimesiyle daha erişilebilir olacak. Şu an “bilimsel araştırma” sebebiyle kıtaya yerleşkeler inşa eden ülkeler bu durumda hak iddialarına başlayabilir ve bu durum çatışmaların doğmasına sebep olabilir.