Habeşistan İzlenimleri
Hulusi GÖLPINAR
Bir yardım organizasyonu vesilesiyle, ümmetin yetimlerini ve gariplerini sevindirmek için bugün Etiyopya diye bilinen fakat tarihteki ismiyle Habeşistan’a gideceğimizi duyunca farklı bir sevinç kapladı içimizi. Zira burası Medine’den bile önce Müslümanların sığındığı ilk hicret yurdu idi. Risaletin beşinci yılında on iki erkek ve dört ya da beş kadından oluşan ilk kafile, altıncı yılında ise seksen üç erkek on sekiz kadından müteşekkil toplam yüz bir kişiden oluşan ikinci grup Habeşistan’a hicret etmişti.
Kısaca hatırlarsak müşrik mezalimindeki Ashâb-ı Kirâm, nereye hicret edebileceklerini sorduklarında Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“−Habeşistan’a! Çünkü orada, halkına zulmetmeyen bir hükümdar vardır. Hem orası bir doğruluk ülkesidir. Allâh Teâlâ, içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir kurtuluş yolu lutfedinceye kadar orada kalın!” buyurmuştu. (İbn-i Hişâm, I, 343; İbn-i Sa’d, I, 203-204)
İlk kafilenin içlerinde Hazret-i Osman, zevcesi Hazret-i Rukıyye, Zübeyr bin Avvâm, Mus’ab bin Umeyr, Abdurrahmân bin Avf, Ebû Seleme, Ümmü Seleme, Osman bin Maz’ûn, İbn-i Mesut (r.a.) gibi ashâbın ileri gelenleri de mevcuttu.
“Ey kral! Biz cahil bir millettik, putlara tapardık. Leş yer, her kötülüğü işlerdik. Akrabamızla münasebetlerimizi keser, komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi.
Yüce Allah bize kendimizden, soyunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. O bizi, Allah’a ve Allah’ın birliğine inanmaya, O’na ibadet etmeye, atalarımızdan bu yana taptığımız putları bırakmaya davet etti.
Doğru sözlü olmayı, emanetleri yerine getirmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Her türlü ahlaksızlıktan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, namuslu kadınlara iftira etmekten bizi men etti…” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, I/202-3.)
Habeşistan kralı Necaşi Ashame’nin sarayında hicret eden Müslümanların sözcüsü Ca’fer b. Ebû Tâlib’in (r.a.) genel ahvali böyle ifade ederek müşriklerin ise onları zorla gerisin geriye eski batıl yaşantılarına döndürmek istediklerini izah etmişti. Adaleti ile muhacirlere sahip çıkan Necaşi’nin daha sonra kendi de Müslüman olacak hatta cenaze namazını gıyaben Allah Resulü kıldıracaktı.
Tarihi Hz Nuh’un torunlarına kadar dayanan Habeşistan yolculuğumuzda ilk durağımız isminin “yeni çiçek” manasına geldiğini öğrendiğimiz ülkenin başkenti Addis Ababa oldu. İlk gözlemimiz nerdeyse yüze yakın dilin konuşulduğu bir ülkede nüfusun % 55-60’ını Müslümanlar oluşturmasına rağmen maalesef ülkede bir azınlık gibi muamele görmeleri oldu. Kuranı Kerim’de bahsedilen şekliyle Hüdhüd’ün kendisinden Süleyman (aleyhisselam)’a haber getirdiği Aksum’da sarayındaki Belkıs’tan itibaren Müslümanlar tarafından tanınan bu topraklar, Cafer b. Ebi Talib (radıyallahu anh)’den Meryem Suresini dinleyen ve vahyin sesiyle birlikte Necaşi Ashame’nin göz yaşlarının damladığı bu topraklar. İslam’ın şiarı olan ezanlarla her daim hatırladığımız yâd ettiğimiz Habeşistanlı Bilal-i Habeşi’nin doğduğu (radıyallahu anh) yine bu topraklarda ne yazık ki misyonerlerin cirit attığı görmek, neredeyse her dükkanında bir çok dükkanın haç işaretleri ile dolu olduğu Addis Ababa’nın her yerinden dışarıda ve kiliselerde okunan ilahileri duymak, siyasal ve sosyoekonomik açıdan Müslümanların içler acısı durumuna şahitlik etmek bizi çok hüzünlendirdi.
Bu duyguların tefekkürü içerisinde Etiyopya iç hatları ile Türkiye’den 5000 km ötedeki, başkentlerinden yaklaşık 900 km uzaklıkta yer alan Cimma şehrine uçtuk. Buranın 1926’ya kadar Ebu Cıfar ismindeki Müslüman bir kralın yönetiminde olduğunu ve kahır ekseriyetinin de Müslüman olduğunu öğrenince bir nebze hüznümüz dağıldı. Namazımızı kılmak için geldiğimiz ve iki kör kandille aydınlatılmaya çalışılan caminin içinin tıklım tıklım olması ve neredeyse tamamının gençlerden oluşması bizi daha bir memnun etti. Aslında cemaatin gençlerden oluşmasının mantıklı başka bir izahı daha vardı; ülkede ortalama insan ömrünün 45 olduğu gerçeğinden daha ibretlik bir açıklaması da zaten olamazdı.
Daha sonra karayoluyla, Anadolu’nun hayırsever insanlarının bize emanet ettiği yardımları teslim edeceğimiz yer olan Sigmo ilçesine yaklaşık 3 saatte geçebildik. Bu kadar uzak bir bölgede yine bir Türk hayırseverin yaptırdığı bir okulu görmek ve bu okulda öğrenim gören, hafızlık yapan yetimlerin “ikinci vatan Türkiye” diye tek bir ağızdan haykırmaları bizi çok gururlandırdı.
Yaklaşık iki yüz-iki yüz elli kişi olarak hesaplanan içerisinde un, yağ ve makarnanın bulunduğu gıda paketi için bölgedeki yoksulluktan ötürü gelenlerin sayısı 500 ü bulunca gıda paketi alamayanlara yerel paralarından gıda paketi ücreti kadar yardım yapıldı. Daha sonra ise bölgenin bütün uğraşlara rağmen bitirilememiş tek camisine doğru yol aldık, akşamında düzenleyeceğimiz yetim soframızın hazırlıklarını yerinde kontrol ettikten sonra bölgede bize rehberlik eden genç bir kanaat önderi diyebileceğimiz Haydar ‘ın babasının evini ziyaret etmek istedik. O ilçede konuşulan yerel dil farklı olduğu için tercüme silsilesi ile sohbet edebildik. Ancak bu yaşlı amcanın yani Şeyh Abdulkadir’in bir sözü bize aynı dili konuşmanın değil aynı duyguda buluşmanın önemini hatırlattı. Şeyh, bizim Türkiye’den geldiğimizi öğrenince gözlerimin içine bakarak tane tane “siz Türkler Allaha ne kadar şükretseniz azdır. Zira yüzlerce yıldır ecdadınız ve şimdi de siz İslam’ın savunucusu oldunuz” dedi. Esasında bu durum ülkemizden binlerce km uzaklıktaki, elektronik eşyaların kullanılmadığı, doğru dürüst elektriğin girmediği ve suyun olmadığı bu beldede milletimize karşı sevginin çok önceden yüreklere taşındığı gerçeğini gösterdi.
Bölgedeki tek caminin yıllardır inşaatı bitirilememişti. Caminin etrafını bize gösterip bizim paraya çevirdiğimizde yüz bin liraya tekabül eden bir meblağa ihtiyaçları olduğunu çaresizlik içinde anlattılar (Çok şükür ki Türkiye’ye döndüğümüzde bu camiyi yapımı için gerekli çalışmaları yapıp tamamladık). Bununla ilgili notlarımızı alıp toplu yemek hazırlıklarına yardım ettik. Habeşistan’da krep tarzında yufka ekmeği işlevi gören tef isimli bir bitkiden yapılan injera adındaki yiyecekleri her sofranın olmazsa olmazı. Dolayısıyla hayırseverlerimizin katkılarıyla vereceğimiz yemeğimizin de temeli bu yiyecek oldu. Üstüne ise kestirdiğimiz koyun etlerinden koyuldu. 500-600 kişilik düşündüğümüz soframız elhamdülillah 1000 kişiyi bularak oldukça bereketlendi.
Camiden çıkarken ise gözlerimizi dolduran bir hadise cereyan etti. 30 lu yaşlarda bir adam koşarak yanımıza geldi. Birden bana sarılarak üzerime giydiğim tişörtün üstündeki Türk bayrağını defalarca öptü. Rehberim Şükür’e bu genç adamın ne dediğini sorduğumda aldığım cevap “Abi, eğer ülkenize bir gün Amerika ve diğerleri saldıracak olursa şehit olmak için Türkiye’ye geleceğime yemin ettim, diyor” oldu. Duygulanmamak işten bile değildi.
Habeşistan’dan bu hissiyatla dönerken Türkiye’nin Türkiye’den büyük olduğu gerçeğinin bir slogandan ve mottodan çok öte derinliği olduğunu tüm damarlarımızda hissettik. Ülkemize olan ecdad bakıyesi olan bu sevginin ve beklentinin son yıllarda yeniden filizlenmesi bizi hem gururlandırdı hem de düşündürdü. Zira neredeyse gittiğimiz her ülkede “nerede kaldınız”ı işitmek bize öyle büyük bir vebal yüklüyor ki… Allah bizi sorumluluğun bilincinde Müslümanlardan eylesin ve Maide Suresinin 54. ayetinde tasvir edilen hususiyetlere layık millet eylesin…