11 Ocak 2024 Cihannumma Editör Ekibi

Koronadan Paranoyaya, Pandemiden İnfodemiye Çin Virüsü ve Yeni Normal ‘İfrat ve Tefrit Arasında Durmak’

Mustafa ŞEN

Dünya tarihi pek çok felaket ve salgının da tarihidir. Bu bakımdan insanlık tarihine, hukuk dilinde ‘mücbir sebep’ olarak söylenen durumların tarihi olarak ‘mücbir sebepler tarihi’ dense, pek de gerçeğe aykırı olmaz. İnsanlar bu bağlamda savaştan büyük göçlere, kıtlıktan salgın hastalıklara kadar pek çok olağanüstü olaylar yaşadılar. Bizler, yavaş yavaş orta yaş kuşağı dönemini geride bırakan nesiller olarak, daha önce dünyada yaşanmış ama bizim tecrübe etmediğimiz türden bir küresel salgınla karşılaştık; virüs ve insan karşı karşıya. Biraz korktuk, biraz ürktük... Her iki taraf da kendi fıtratında kaldığında insana dokunmadığı anlaşılan bu mikroskobik varlık, aslında düşman olarak tanımlanmaya müstahak olacak bir nesne değildir.

Virüs salgını beraberinde bilgi/malumat/enformasyon salgınını da getirdi. Kafamız karıştı, kavramlarımız bozuştu. Fizyolojik bağışıklığımızı koruyalım derken psikolojik bağışıklığımız elden gider oldu. Koronaya yakalanmayalım derken paranoyaya yakalanayazdık.

Tüm bunlar varlık aleminde oluş ve bozuluş, yani kevn ve fesad kaderini yaşarken, çok da yeni olmayan ‘yeni’ bir kavramımız tedavüle girdi:

Yeni normal... Bu kavramı şimdilerde Koronavirüs salgını sonrasındaki hayatımız için kullanıyoruz (İlk kullanım 1. Dünya Savaşı sonrası, ikinci kullanım 2000’lerin başı). Yeni normal nasıl olacak, bir başka ifadeyle virüs sonrası yeni hayatımız nasıl olacak? Pek çok tartışma bu sorular etrafında dönmektedir. Biz tartışmaya daha başlamadan peşinen şunu söyleyelim: Eğer Koronavirüs, nam-ı diğer Kovid-19, yani Çin virüsü doğal bir virüs ise ve sonu daha önce gördüğümüz virüsler gibi olacaksa, yeni normal eskisinden çok farklı olmayacaktır.

Yeni normal bağlamında en çok kullanılan ifadelerden biri de ‘hiç bir şey eskisi gibi olmayacak’ sözüdür. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak demek hem doğru hem yanlıştır. Doğrudur, çünkü varlık aleminde zaten hiç bir gün bir önceki günle aynı değildir. Değişim, değişmez bir şekilde doğasını korumaktadır ve ‘O, her an bir şan alır’ ilahî kelamı hükmünü sürdürmektedir. Ama köklü bir değişim kastediliyorsa, bu, eğer yanlış değilse, abartılıdır.

Virüs salgını beraberinde bilgi/malumat/enformasyon salgınını da getirdi. Kafamız karıştı, kavramlarımız bozuştu. Fizyolojik bağışıklığımızı koruyalım derken psikolojik bağışıklığımız elden gider oldu.

Bir Sosyal Değişim Örüntüsü Olarak Yeni Normal: Değişim Nedir, Ne Değişecek?

Bu tartışma için öncelikle, sosyolojinin konusu olan sosyal değişim kavramına bakmakta fayda vardır. Öbür türlüsü kuru münakaşadan öteye gitmeyecektir. Sosyal değişim; zorunlu değişim ve serbest değişim diye iki ana eksende ele alınır. Çin virüsünün dayattığı bir kısım dinamiklere baktığımızda, ilk elde bu değişimin zorunlu sosyal değişim olarak karşımıza çıktığını söyleyebiliriz ama bu bir yanılsamadır. Zaten, eğer olacaksa, bu, yarı zorunlu-yarı serbest değişim olacaktır; lakin, her virüs gibi bu da belli bir zaman sonra gidecekse, zorunluluk ortadan kalkacak ve insanlar hayatın normal akışına döneceklerdir. Zira, bundan önce görülen tüm salgınlardan sonra böyle oldu. Bu sebeple, Çin virüsü de böyle olacaktır demek hayatın normal akışına, akla ve mantığa aykırı değildir. Bu yaklaşım salgını hafife almak demek de değildir. Evet, virüsü ve salgını ciddiye alalım ama sosyal değişimin ana parametresi de yapmayalım.

Sosyal değişime bakarken şu soruyu da sormak gerekir: Sosyal değişimin ölçütü nedir; başka bir ifadeyle, bir sosyal değişim faktörü hangi niteliksel ve niceliksel seviyeye gelince sosyal değişimin etkili ve belirleyici bir dinamiğine dönüşür? Yani, hangi yoğunluktaki ve bizi ne kadar zaman ağır etkisi altında tutacak olan salgın sosyal değişime yol açar? Milyarlarca insanın ne kadarına bulaşırsa, ne kadarı hastanede yatarsa, ne kadarı solunum cihazına bağlanırsa, ne kadarı aramızdan ayrılırsa ve tüm bunlar dünyanın ne kadarına yayılırsa bu bir sosyal değişime yol açar ve dahi bu sosyal değişim örüntüleri kalıcı olur? Açık söylemek gerekirse, bu soruların herkesi ikna edecek türden cevaplarını verebilmek kolay değildir. 

Şimdi gelelim neye yeni normal diyeceğimize: Virüsle mücadele ederken belli bir başarı sağlandıktan sonra salgının nispeten kontrol altına alınıp iplerin biraz gevşetilmiş haline mi, yoksa virüsün herhangi bir virüs derekesine düştüğü hale ve zamana mı? Eğer, birincisi ise bu aşırı derecede geçici bir şeydir ve uzun uzun konuşmaya değmez. Yok, ikincisi ise zaten geçecek ve hayat kendi normalinde seyredecektir. Diğer taraftan, bu iki seçenek, virüsün doğal ya da yapay olmasına göre de değişir. Doğal olduğunu kabul edersek, Koronavirüs diğer virüsler gibi normalleşince, normal ötesinde kalacak şeyler sınırlı olacaktır. İnsanlar, toplumlar ve devletler bunu bir zaman sonra unutacaklardır. Tıpkı, diğerlerini de unuttukları gibi. Laboratuvar virüsü denilirse; ki buna dair epeyce kafa karıştırıcı malzeme var, bu konuda bir şeyler söylemek için öncelikle o laboratuvarda bir süre çalışmış olmak gerekirdi ki, bu zaten olacak iş değildir, yani muhaldir. Lakin bu noktada, bu tarz komplo teorilerine ve komplo teorisyenlerine de ihtiyatla yaklaşmak gerekir.

Zaten içinde öznesi ve nesnesi olduğumuz yüksek teknoloji çağı yokmuş da, virüsle gelmiş gibi davranmayalım. Dijitalleşme zaten kendi mecrasında akan bir olgu. O kod çoktan yazıldı!

Yeni Normalin Normalleri ve Pandemiyi Yaya Bırakan İnfodemi Sorunu

Deniliyor ki, Kovid-19’dan sonra çok hızlı bir dijitalleşme sürecine girdik. Yanlış. Zaten bir kaç on yıldır bu sürecin yoğun olarak içindeyiz. Çin virüsü bu sürecin küçük bir zaman aralığında kendince bir dalga tepesi oluşturdu. Virüs dalgası düşünce, oluşturduğu dijital dalga da belli bir oranda düşecektir. Mesela bizler, salgın öncesinde alışverişten toplantıya kadar az miktarda dijital iş yapardık; sonra bir kısım işlerimizi tamamen dijitale döktük ama şimdi hemen hemen doğal ortamın yüzyüze mesaisine döndük bile. Diyeceğim odur ki, abartmayalım. Zaten içinde öznesi ve nesnesi olduğumuz yüksek teknoloji çağı yokmuş da, virüsle gelmiş gibi davranmayalım. Dijitalleşme zaten kendi mecrasında akan bir olgu. O kod çoktan yazıldı! Ama şu da bir hakikat ki, bir dalga yükselmesi olmuştur. Misal, bir profesör arkadaşımız ‘üniversite beş yıldır yapamadığımız dijital dönüşümü bir kaç haftada yaptık’ dedi. Bu doğrudur ama bu, özü itibarıyla virüs dinamiği ile olmuyor, kendi dinamikleri var. Bir çok donamımsal altyapı, yazılımsal tedarik ve beceri, zihinsel dönüşüm ve genel informatik gelişim zaten mevcuttu. Bu süreçte işe ivme katan Çin virüsü etkisi geçip gidecek ve dijitalleşme kendi dinamikleriyle yoluna devam edecektir.

Hele bir de Koronavirüs ve 5G, bitcoin vb. meseleler var ki, akla ziyan; Çin virüsünün bu 5G ve blokchain için tasarlanmış bir yapay virüs olduğunu söyleyecek raddeye kadar gidiyor. Belgelenmeden bir şey diyemeyeceğiz!!! Ama, pandemiyle uğraşırken böylesi bir infodemi ile baş edebilmek hiç kolay olmayacaksa da; koronaya yakalanmayalım derken paranoyaya yakalanmaktan korktuğumu söylemeliyim.

Çin virüsü diğer virüsler gibi olduktan sonra dünyada göreceğimiz muhtemel farklılıklar şunlar olabilir: Mücbir sebepler olarak bilinen salgın, deprem, sel, tsunami, savaş, büyük yangın, kuraklık, kıtlık vb. devletlerin biraz daha öngörülü olarak yaklaşacakları olgular olabilecektir. Fakat, bu konularda devletler binlerce yıldır zaten, tabiri caizse stoklu çalışırlar, yani her zaman yedek akçeleri vardır; bu artacaktır ve artırılmalıdır. Tarım, hayvancılık, gıda, tohum, ilaç, aşı, bir kısım araç gereç, alet edevat ve artırılmış sağlık yatırımları da bu kapsama alınabilir. Yedek akçe konusunda kişiler ve şirketler de devletler gibi daha tedbirli davranacaklardır; eğer unutmazlarsa... Sosyal devlet olmayan devletlerin biraz daha sosyal devlet formasyonuna yaklaştığı, halihazırda sosyal devlet formasyonunda olanların da bu yönlerini biraz daha berkittiği bir devlet anlayışı hakim olabilir. Bu çerçevede her şeyde kâr amacı gütmeden, bazı şeyleri zararına da olsa millî ve insanî değerler için elinde tutan devlet anlayışı biraz daha yaygınlaşabilir.

Genel olarak toplanmalar, toplantılar, okullar, üniversiteler, esnaf dükkanları, fabrikalar, kültür sanat dünyası, sinema, tiyatro, sergi, konser, siyaset dünyası, alışveriş, tedarik zincirleri, bayramlar, arkadaş buluşmaları, komşuluk, ulaşım şirketleri, turizm vb. konular sert ve sürekli fiziki mesafe denilince çöker. (Bu arada, hazır yeri gelmişken sosyal mesafe değil de fiziki mesafe denmesi gerektiğini hatırlatmış olalım. Sosyal mesafe dikey/hiyerarşik bir olgudur. Misal; kast sistemi bir sosyal mesafe sistemidir. Bunun gibi, doktor ve hemşire arasındaki mesafe fiziki değil sosyaldir, çünkü zaman zaman sıfır fiziki mesafede çalışmak zorundadırlar. Benzeri bir örnek askeriyeden verilebilir: Subay, astsubay, erbaş ve er arasındaki mesafe sosyal mesafedir, yeri geldiğinde aralarında bir karış bile fiziki mesafe olmaz). Peki, insanlar buna tamam diyebilir mi? Sanmıyorum. Herkes bunları unutup eskisine çok yakın bir şekilde yoluna devam edecek. Örneğin; iki üç ay önce biraz eve dönelim, kendimize dönelim, içimize dönelim deyip mistik ve/veya sûfiyane paylaşımlarda bulunanların tatil beldelerinden bronzlaşma pozları gelmeye başladı bile.

Dijitalleşme artacak, bu doğru ama bu, pandemi etkisinden çok, dijitalleşmenin kendi dinamikleri ile olmaktadır. Yani, oluyor olmakta olan... Diyelim ki, 5-10 yıl sonra dijitalleşme, yüksek teknoloji, robotik varlıklar, yapay zeka vb. alanlardaki gelişme, bilmem şu kadar seviyede olacak; fakat bu gelişme, şimdiki Çin virüsü sebebiyle olmayacak. Yapay zeka ışık hızıyla gidiyor; özellikle yapay zekanın yaptığı yapay zeka, yani Yapay Yapay Zeka (Yapay Zeka1) inanılmaz şeyler getirecek. Ama bu Kovid-19 pandemisi sebebiyle olmamaktadır/olmayacaktır. Bu bağlamda, pandemiden çok infodemi sorunumuz var. İlginç olarak infodemi de bulaşıcı ve salgın özelliği gösteriyor.

Her şeyde kâr amacı gütmeden, bazı şeyleri zararına da olsa millî ve insanî değerler için elinde tutan devlet anlayışı biraz daha yaygınlaşabilir.

Çin Virüsü ve Kapitalizmler, Neoliberalizmler

Yaşadığımız bu küresel salgın, kapitalizmden ve neoliberalizmden hem fikri hem de ameli olarak vaz geçmeyi gerektiriyor. Pek çok aklı başında insan, bu çağrıyı yapıyor. Ancak bu da kapitalizm içinde sorunu aşmaya çalışan ilerlemeci kapitalizmi de aşmayı gerektirmektedir. Peki, dünya bunu yapacak mı? Zannedersem, hayır! Kapitalizm ve neoliberalizmde sabit kalınacak. Dolayısıyla, yeni normal diye bir şey olacaksa, şuna bakılacak: Yeni normal kaç para eder?!. Burada ölüm para ediyorsa ölüm, dirim para ediyorsa dirim tercih edilecek. Şimdilerde romantik/coşkulu/duygulu konuşmalar dinliyoruz. Ama hayat böyle olmayacak. İnsanlar bildiğiniz kapitalizmin çılgın üreticileri ve çılgın tüketicileri olarak kâr ve haz peşinde koşmaya devam edecek. Zaten, dijital dijital, derken en çok yapılan şey dijital ortamda alışveriş olmadı mı! Değişen, yüzyüze kapitalizmin kısmen dijital kapitalizme dönüşmesi oldu bu dönemde.

Bu süreçte devletlerin, özellikle dünyaya insanlık satan Batılı devletlerin amigdalası ortaya çıktı. İnsanlıktan hiç nasiplenmedikleri görüldü. ‘Paran varsa tedavi ol, yoksa öl’ parolasıyla çalıştılar; yani zenginsen ol, fakirsen öl... Çok acı bir şekilde yaşlılarını ve yoksullarını ölüme terk ettiler. Bir de utanmadan, hayvanları kastederek buna doğal durum dediler. Aksine, doğada böyle bir şey yok. Tam tersi, hayvanlar yaşlılarını özel korumaya alarak yer değiştirir veya göç ederler. Misal, kurt sürüsü şöyle hareket eder: En önde yaşlı ve zayıflar vardır. Böylece, sürünün hızı onların hızına göre ayarlanmış ve hiç bir hâl ve şartta bir tekinin bile geride kalmaması sağlanmış olur. Çok isabetli bir stratejiyle, hemen arkalarında sürünün en güçlülerinden bir savaşçı takım yer alır ki, hem onları hem de önden gelecek tehlikeye karşı sürüyü korurlar. Sonra sürünün ana gövdesi yürür. Onların hemen ardında yine sürünün en güçlülerinden bazıları bulunur ki, onlar da sürüyü arkadan gelecek tehlikelere karşı korur. En arkada ise sürünün en güçlüsü, yani lideri vardır. O tüm arkadaşlarını, yolu, yolculuğu, düzeni, intizamı görür gözetir. Bu size bir şeyler hatırlatmış olmalı. Belgesel kanalları bu manada ‘hayvanların insanlığı’ ile doludur; insanların tarihi de ‘insanların hayvanlığı’ ile. Büyük salgın sürecinde de biz maalesef ‘insanların hayvanlığını’ gördük. Bunun belki de tek ters örneği, aslında olana göre olması gereken düz örneği Türkiye’de gerçekleşti. Hiç kimseden bir kuruş dahi talep etmeden, yaşlı-genç, zengin-fakir herkese aynı muamele yapıldı ve gerekli görülen herkes ister kamu hastanelerinde ve isterse özel hastanelerde aynı ilkelerle ve aynı hassasiyetle tedavi edildi. Eğer, tüm dünyada salgın sonrası devam etmesi gereken bir şey varsa, o da bu muamele şekli olmalıdır. Türkiye, sağlık altyapısını öylesine güçlü kıldı ki, salgının en ağır olduğu haftalarda dahi, diğer hastalar da hesaba katıldığında, yoğun bakım yataklarının yarıya yakını boştu. Bu durum, hem etkin salgın yönetimi, hem çok önceden geliştirilmiş sağlam sağlık altyapısı ve hem de devletin vatandaşına insanî bakış açısıyla ilgilidir.

Normal dediğimiz bir grip virüsünden veya onun yol açtığı bir sağlık komplikasyonundan bir yılda ne kadar insanın vefat ettiğini mukayeseli olarak görmeden neye salgın ve neye salgın değil denildiği tam olarak anlaşılamayacaktır.

SONUÇ

Tüm dünyadaki toplam ağırlığı 2 gram civarında olduğu söylenen bir virüsle karşı karşıyayız. Fiziksel ağırlığı çok çok az olan bu virüsün özgül ağırlığı dünyayı tartar hale geldi. Her ülke bu virüse karşı ciddi bir mücadele veriyor. Virüsün insanı öldürmek gibi bir amacı olmasa da, bazen o, bazen insan kazanıyor. Ancak, gerçeği, tüm çıplaklığı ile sadece gerçeği görmek istiyorsak, başka bir şey daha yapmamız gerekiyor. Normal dediğimiz bir grip virüsünden veya onun yol açtığı bir sağlık komplikasyonundan bir yılda ne kadar insanın vefat ettiğini mukayeseli olarak görmeden neye salgın ve neye salgın değil denildiği tam olarak anlaşılamayacağı gibi, asıl olarak neye ne kadar can kaybettiğimiz de tam olarak idrak edilemez. Örneğin, acaba insanlar en çok hangi sebeple ölüyor, insan ne kadar insan öldürüyor sorularının da sorulması gerekiyor? Bu soruların cevapları muvacehesinde düşünelim ki, ifrata ve tefrite kaçmadan itidal çizgisinde durabilelim. Aksi taktirde koronaya yakalanmayalım derken paranoyaya; pandemiye yakalanmayalım derken infodemiye yakalanırız. Paranoya ve infodemi bizi insana yakışmayacak hallere sokar; sözgelimi komşuları ihtiyaçlarını marketlerden yeterince alamadan evde gıda stoklamadan tutun da yaşlı, fakir ve zayıf insanların ölüme mahkum edilmesine kadar insanlık dışı işler yaptırır. Mevcut egemen kapitalist sistem gayri insani tabiatıyla zaten tam da böyle tahakküm ederken, bunun dışında kalmak epeyce zorlaşır.

Sözün özü şu: Evet ilaç, evet aşı; tamam ama bizi asıl kurtaracak olan büyük sûfilerin şu yaklaşımı ve onun gereğidir: Sûfi hiç bir şeye sahip olmayan ve hiç bir şeyin de kendisine sahip olamadığı insandır...

Whatsapp Whatsapp